19 Aralık 1993

Buzdağları ve… Altları, üstleri

Kimi gazetelerin özel­likle birinci sayfaları­nın tepesinde görü­len haber başlıkları, yapısal özellikleri açı­sından okyanusların ortasındaki buzdağlarından hiç de farklı değildirler.

Bir buzdağının, ancak do­kuzda bir oranındaki bölümü­nün suyun üstünde görülebil­diğini, dokuzda sekiz oranın­daki bölümünün ise suların al­tında kaldığı için görülemediği hatırlandığında...

Arkasındaki amaç ve ne­den görülemeyen bir haberle olan benzerliği kolaylıkla orta­ya çıkar.

Okyanusun ortasında bir buzdağının ancak ucunu görebilen bir gemi kaptanı, o görü­nen bölümün altında yatan korkunç gerçeğin boyutunu da bildiğinden, suyun üstündeki o küçücük parçayı asla kü­çümsemez ve ne denli büyük olduğunu bildiği o buzdağı karşısında önlemini, o küçü­cük parçayı görür görmez, ya­ni iş işten geçmeden alır.

Bir okyanus kaptanında bulunması gereken bu dikkat, bir gazete okuyucusunda da bulunmalıdır.

Gazete okuyucuları, kimi gazetelerin özellikle birinci sayfalarında gördükleri başlık­ların bir bölümüne bakıp da, o başlık altında kendilerine su­nulan haberi asla küçümsememelidirler.

Gazete okuyucuları da bil­melidirler ki o başlık ve o baş­lık altında sunulan haber ger­çekte, aynen bir buzdağının suyun üstünde görülebilen parçasıdır.

Kendilerine sunulmak iste­nilen olayın, o başlık ve o ha­ber altında yatan gerçek ama­cını ve nedenini, deneyimli bir okyanus kaptanı yetkinliğiyle bir gazete okuyucusu da önce­den görmek, önceden bilmek ve...

Alması gereken önlemini, belirlemek zorunda olduğu tavrını, davranışını da, iş işten geçmeden, önceden almaya, önceden belirlemeye bakmalı­dır...

Sakin bir tatil günü geçir­meyi düşlediğiniz böylesi bir pazar gününüzde sizi, sakin­likle uzaktan yakından hiç de ilgisi olmayan böyle bir konu­nun içine sokmaktaki amacı­mız, son birkaç hafta içinde gözlerinizin önünde olup bi­tenleri size daha net bir biçim­de göstermeye çalışmaktadır.

Haydi şimdi hep birlikte geçen ayın son haftasına gide­lim ve DYP Genel Kongre­si'nin sonucuna bir göz atıverelim.

Oooo... Kongre sonucuna göz atmamıza bile gerek yok... Sonuç, özel olarak hazırlan­mış, paketlenmiş ve önümüze sunulmuş, gözümüze sokul­muştur.

Tek aday Tansu Çiller, tek başına katıldığı Genel Başkanlık yarışını, yarışın başın­da kazanmıştır.

Onun kendi kendine ka­zandığı bu Genel Başkanlık zaferi, bir başka zaferin daha müjdecisi olmuştur.

Yarışa kalkışırken ayrıca Başbakan sıfatı da taşıyan Tansu Çiller, yarışa tek başına girerken de, yarıştan tek başı­na çıkarken de sadece DYP Genel Başkanlığı’nı yeniden kazanmakla kalmamıştır, yarı­şın sonunda ayrıca bir de, Başbakanlık sıfatını da yeniden kazanmıştır.

Buraya kadar olanlar için, bundan başka pek birşey söyleyeceğimiz yok. Fakat Tansu Çiller’in yeniden DYP Genel Başkanlığı’nı ve yeniden Baş­bakanlığı kazanmasından tam bir gün sonra kendisine Al­manya'dan gönderilen seçim zaferi armağanı karşısında şa­şırdığımızı ise itiraf etmek zo­rundayız.

DYP Genel Kongresi'nin sonucu ile, Alman Hükümeti’nin PKK'yı Almanya'da ya­sadışı ilan etmesi olayının böylesine birbiri peşi sıra gelmesi, insanın hem gözlerinin içine, hem de beyninin kıvrımları içine küçücük küçücük buzda­ğı tepecikleri sokuşturuyor.

Eski şiddetiyle yeniden başlamaması için dua ettiği­miz Güneydoğu’daki terörün, bir anda bıçakla peynir kesercesine bir netlikle kesilmesi olayı ile...

PKK’nın, birçok Avrupa ülkesinde yasadışı ilan edilme­si arasında bir ilişki kurmak, acaba gözlerimizin önünde ve beynimizin içinde yeni yeni buzdağı görüntüleri mi oluşturmaktadır, yoksa bizim göz­lerimizdeki bir bozukluğu mu haber vermektedir?

Fransa'nın PKK’yı “Tu ka­ka” ilan etmesiyle, aynı Fransa'nın Türkiye'ye şimdilik on adet Cougar helikopteri sat­ması arasında bir ilişki olup ol­madığını araştırmak da...

Avrupa ülkelerinin, birbirleriyle yarış ederlercesine Türkiye'den yana tavır koymaları­nın hemen ardından, Bayındırlık Bakanı Onur Kumbaracıbaşı'nın yeni bir asma köprü kurulacağını müjdeleyerek on­ları, Türkiye’yle ilgili yeni bir yarışa hazırlaması da…

Başbakan Tansu Çiller’ in, boynunda yedekte taşıdığı ba­şörtüsünü dalgalandıra dalgalandıra açıp, sanki içinden “Bismillah” diyormuş gibi du­daklarını da oynatarak o başörtüsüyle saçının bir bölümünü kapadıktan sonra, önce merhum Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın kabirleri başında, da­ha sonra da merhum Özal’ın kabri başında Fatiha okuyor pozları vermesiyle...

Aynı Tansu Çiller’in, ulu­sun bir bölümünü "Demedi demeyin... Ben gidersem, son­ra Refah Partisi gelir, haaa" korkutması, ulusun bir başka bölümünü ise, "Hazır ben varken, Refah Partisi’ne ne ge­rek var, canım?” göz kırpma­sıyla oyalaması, hem de parti­lerin yavaştan yavaştan hazır­landıkları yerel seçimler önce­sinde de gözlerimizin önünde ve beynimizin içinde öylesine irili ufaklı buzdağı tepecikleri oluşturuyorlar ki...

Vazgeçtik alt bölümlerinin ne denli büyük ve korkunç olduklarını görebilmeye çalış­maktan, buzdağlarının birbiri ardısıra üstümüze üstümüze gelen bu küçücük tepecikleri bile zorluyor bizi, önlemimizi şimdiden almaya, tavrımızı, davranışımızı ve yanımızı, şimdiden belirlemeye, iş işten geçmeden...

Etiketler:, , , , , , , , , , , , ,

YASAL UYARI: Bu sitede yer alan tüm içerik, METE AKYOL'a aittir. METE AKYOL'un yazılı izni olmadan, bu içeriğin kopyalanması, imzalı veya imzasız kullanılması, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

Menu Title