01 Kasım 2016
Atatürk’ün Varlığa Dönüşen Yokluğu
Atatürk'ün "fani vücudunun" aramızdan ayrılmasıyla oluşan yokluk, her geçen yıl giderek büyüyen bir varlığa dönüşmektedir.
Bu varlık, "Atatürk'ün yokluğu" olgusudur ve hatta her geçen ay büyüyerek, Türkiye Cumhuriyeti için büyük bir tehlike ortamı yaratmaktadır.
Yalnızca bu ortamda var olabilen bir tümör, bulabildiği ilk olanakta önce kendi varlığını oluşturabilmiş, ortama ayak uydurabildiği bir hızla kendi de büyüyerek bugün, Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığına tehlike oluşturabilecek boyuta gelmiştir.
Atatürk'ün yokluğunun varlığa dönüşmesi ortamından kaynaklanan bugünkü acımız, "Onun fani vücudunun aramızdan ayrıldığı günkü" acımızı bile gölgede bırakabilecek denli daha derindir ve daha üzücüdür.
10 Kasım 1938'de, bu acımızı hafifletebileceğimiz "Üzülmekten başka elimizden birşey gelmiyor" çaresizliğinin teselli limanına sığınmıştık.
Bugün "üzülmekten başka elimizden birşey gelmiyor" bahanemiz de yok. Çünkü bugün, üzülmekten başka elimizden gelecek çok şey var.
Bunlardan birincisi, "Birinci vazifemiz"dir; öteki, en az birincisi denli öncelikli "Borcumuza sahip çıkmak sorumluluğumuz"dur.
Atatürk'ün yokluğunun oluşturduğu varlık, Atatürk Türkiye'si için bugün tehlike çizgisine yaklaşıldığının uyarı işaretlerini vermektedir.
Bu "uyan uykundan" uyarı işaretinin eş anlamı, bir "görev başına" çağrısıdır.
* * *
Yaşamımız süresince yanımızda özenle koruyarak taşıdığımız vatandaş kimliğimiz, varlığımızın nedeni ve kanıtı olması yanısıra, ülkemizin sahibi olduğumuzu belgeleyen bir tapu senedidir de.
Hepimize "Ben bir Türk vatandaşıyım" ve "Ben Türkiye'nin sahibiyim" diyebilmek hakkı, övüncü ve zenginliği veren bu kimlik kartımız, bu içeriğiyle ayrıca, yerine getirmekle yükümlü olduğumuz bir görevimizin "yazılı, fotograflı ve onaylı bir emir belgesi"dir.
Bu görevimizi bize, Atatürk vermiştir.
Onun, "Birinci vazifen" sözcükleriyle başlayan "Türk bağımsızlığını ve Türk Cumhuriyeti'ni sonsuza değin korumak ve savunmak" görevi, bu topraklar üzerinde, bu sınırların kucağında yaşayan herkesin, hergün, her yerde ve her koşulda kesinlikle yerine getirmesi gereken görevidir.
Bu görev hepimizin, ulusal ve insansal bir görevi olduğu denli, ulusal ve insansal bir borcumuzdur da.
* * *
Bu borcumuz, Yemen'den, Balkanlar'dan, Sarıkamış dağlarından dönmeyen şehitlerimizden, Çanakkale siperlerinin kucağında yatan onbeşli şehitlerimize... Kendilerine verilen "Göreviniz ölmektir" emrini gözlerini kırpmadan uygulayan 57'nci Alay'ın tüm komutan ve erlerinden, Sakarya'da, Dumlupınar'da yatan tüm şehitlerimize ve... Başta Atatürk olmak üzere onun, en yakınındaki İsmet İnönü'den, en uzak cephedeki en kıdemsiz erine değin tüm düşünce ve silah arkadaşlarına olan hem ulusal, hem insansal borcumuzdur.
Vadesi hiçbir zaman dolmayacak olan bu borcumuzun her taksidini ödediğimizde ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kimliğimize sahip çıkacağımız her duruş ve eylemimizi yılmadan uyguladığımızda, "Türk istiklalini ve Türk Cumhuriyeti'ni ilelebed muhafaza ve müdafaa etmek" görevimizi daha etkin bir biçimde yerine getirmiş olacağız.
* * *
10 Kasım 1938 günü Atatürk'ü yitirdiğimiz için yalnızca üzülmüştük.
Çünkü o gün, bir "fani vücudun birgün toprak olması" karşısında "Üzülmekten başka elimizden birşey gelmiyordu."
Fakat 78 yıl sonra bugün, elimizden çok şey geliyor.
Atatürk'e yeniden sarılarak, onun önce yokluğunu, sonra o yokluğun oluşturduğu ortamdan yararlanarak filizlenen ve sinsi sinsi yayılarak gelişen tehlikeli bir tümörü yok edebileceğimizi de biliyoruz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kimliğimize, hak ederek sahip olabileceğimizi de biliyoruz.
Görevlerimizi yapmış, borçlarımızı ödemiş ve kimliklerimize hakkıyla sahip çıkabilmiş vatandaşlar olarak bir araya geldiğimiz gün, elimizden meğer neler gelebildiğine de tanık olacağız ve...
Göreceğiz, bu kez yokluğunun çaresizliğiyle değil, varlığının tüm gücüyle Atatürk de aramızda olacak, Atatürk de bizle yaşayacak...
Üstelik, yalnızca her yılın 10 Kasım gününde de değil, her yılın sıradan her gününde de, her yılın her ulusal bayram günlerinde de...