01 Temmuz 2010
“Ay Tutulur, Güneş Tutulur, Yıldızlar Tutulamaz…”
Süleyman Demirel
Bülent Ecevit, hem bakanlıkta, hem işçilerin yüreklerinde silinmeyecek ve unutulmayacak derinlikte izler bırakmış bir Çalışma Bakanı’ydı. İşçilere toplu sözleşme ve grev hakları sağlayan yasa tasarısını hazırlamış, bu tasarının TBMM’de görülüp, yasalaşmasını sağlamış, işçileri patronların iki dudağı arasındaki eğreti konumlarından kurtarıp, aileleriyle birlikte onları, yasaların gücüyle oluşturulmuş bir zırhın güvencesi içine almıştı.
O yıllarda Türkiye’nin “en genç bakanı” ünvanını da taşıyan Bülent Ecevit, özellikle ilerideki yıllarda başka politikacılar için umursanmayacak denli “devede pire” bir konuyu bir gün, ya gençliğinin ateşiyle ya da onuruna toz kondurmamak özeniyle, bir anda “pireyi deve” yaparcasına büyütmüş, bakanlıktan istifa etmişti.
Bakanlıktan ayrıldıktan sonra Bülent Ecevit’in, milletvekilliği görevi dışındaki “boş” zamanları pek fazla sürmedi. “Boş” günlerinin üçüncüsünde kendini Abdi İpekçi’nin pençesinde buldu. Milliyet gazetesinin genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi, Bülent Ecevit karatında bir yazardan okurlarını yararlandırmak istedi, o nedenle de onu elinden kaçırmak istemedi. Ankara’ya geldi, Bülent Ecevit’le bir görüşme yaptı.
İkisinin baş başa görüşmesinden sonra bu kez biz Ankara’daki dostları, Abdi İpekçi’yi elimizden kaçırmadık. Hem kendisini göreslemiştik, hem de sohbetini özlemiştik. Bir de, Bülent beyle görüşmesinin ayrıntılarını değil ama, sonucunu merak ediyorduk.
Şakayla karıştırarak verdi sorumuzun yanıtını Abdi Bey:
“Havet” dedi.
“Yani? Yani Bülent Bey size ‘hayır’ mı dedi, ‘evet’ mi dedi?”
Abdi Bey, “hayır” ve “evet”ten ürettiği yanıtını açarak giderdi merakımızı:
“Bülent Bey’in yanıtı hem ‘hayır’, hem ‘evet’ ama, hadi sizi daha fazla meraklandırmayayım” dedi. “Milliyet’te yazmaya ‘evet’, hemen başlamaya ‘hayır’ dedi.”
“İyi ki merakımızı giderdiniz, Abdi Bey” dedik. “Böyle bilmece gibi konuşarak daha da meraklandırdınız bizi…”
Sonunda “Havet”in açılımını tane tane yaptı Abdi Bey.
“Üç yıldır politikanın içindeyim, yazı yazmaya hazırlıklı değilim” demiş Bülent Bey.
Abdi Bey onun bu sözüne gülmüş: “Yılların yazarısınız, Bülent Bey” demiş. “Yazmaya hazırlıklı değilim sözünüzü kolay kolay kabul etmemi beklemeyin benden.”
Bülent Ecevit o gün Abdi İpekçi’yle yaptığı konuşmanın sonunda, Milliyet’te günlük köşe yazıları yazmayı kabul etmiş ama…
İşin “ama”sı şöyleymiş:
Bir ay süreyle her gün günlük köşe yazısını yazacak, Milliyet’in Ankara Bürosu’na teslim edecekmiş…
“Amaaa”… Bu yazıların hiçbiri gazetede yer almayacakmış.
Orhan Tokatlı bana baktı, ben ona baktım, ne o bir şey anladı, ne ben bir şey anladım. Fakat Abdi Bey ikimize birden bakınca, biraz önce söylediğini ikimizin de anlamadığını hemen anladı. “Antrenman yapmak istedi” dedi. “Birkaç yıldır köşe yazısı yazmadığını, o nedenle antrenmansız olduğunu söyledi.” Sanki ertesi gün yayımlanacakmış gibi Bülent Bey yazısını her gün büroya getirecek, biz de teleksle İstanbul’a geçirecekmişiz. Bir ay her gün böyle yapacakmış. Ancak bir ay kadar sonra kendini yazmaya hazır duruma getirebilecekmiş.
* * *
O geceden sonra Bülent Ecevit her gün öğle saatlerinde bizim Ankara bürosuna geldi, ertesi gün “yayımlanmayacak olan” yazısını bize teslim etti, biz teleks operatörümüz Enver Hepdinç’e teslim ettik, o da teleksle İstanbul’a, Abdi İpekçi’ye gönderdi.
Bir ay sonra gazetemizin birinci sayfasında, “Bülent Ecevit günlük köşe yazılarıyla Milliyet’te” duyuruları yer almaya başladı. Ve o günden sonra Bülent Ecevit yine her gün öğle saatlerinde Milliyet’in Ankara Bürosu’na geldi ve bize bu kez, “ertesi gün yayımlanacak olan” günlük köşe yazısını teslim etti.
Artık alıştırma çalışmaları bitmiş, çok değerli dostumuz Bülent Ecevit büyük yazar yörüngesine yine oturmuş ve birkaç yıl önce bıraktığı yerden sürdürmeye başlamıştı yine harika yazılarını…
* * *
Bu olaydan sonra daha iyi anlayabildim, çok değerli dostlarım İdil Biret’in de, Suna Kan’ın da, bir konsere çıkmadan önce belirli bir süre çalışmak gereksinimi duyumsamalarını ve…
Biri piyanosunun başına geçtiğinde, öteki kemanını eline aldığında, nasıl da yine harikalar yarattıklarını…
Bu tanıklığımın yüreğimde ve beynimde oluşturduğu güvenle artık çok iyi biliyorum ve hatta inanıyorum ki, kısa bir süre sonra yine tanık olacağım, belirli bir antrenmandan sonra mesleklerinde yine harikalar yaratacaklarına, mesleklerini sanata dönüştüren çok değerli dostlarımın…
Etiketler:Abdi İpekçi, Bülent Ecevit, Bülent Ecevit köşe yazısı, İdil Biret, Milliyet, Orhan Tokatlı, Suna Kan