Demokratım” demek, “Demokrat Partili’yim” demekti 1950 ve 1951 yıllarında. Babamın ağzından sık sık çıkan “Demokrasi” sözcüğünü her duyduğumda kafamın karışmasının nedeni buydu. Sık sık “Demokrasi” diyordu ama, Demokrat Partili değildi, babam; Cumhuriyet Halk Partisi milletvekiliydi. Onun hem Cumhuriyet Halk Partili olup, hem de demokrasiyi savunmasına, işte bu nedenle bir türlü akıl erdiremiyordum.
Birgün, kendisinden sanki hesap sorar gibi oldu ama, gerçekte 15-16 yaşlarımın bilgi susamışlığının verdiği en doğal öğrenme hakkımdan güç aldım ve aylardır kafamı karıştıran bu kördüğümü çözmesi için babama sordum: “Siz Cumhuriyet Halk Partili’ siniz” dedim. “Rakibiniz Demokrat Parti’nin başarısı olan demokrasiyi neden savunuyorsunuz?” O an bir kuş uçtu pencerenin önünden. Babamın önce gözleri takıldı, sonra işaret parmağı uzandı kuşa. “Demokrasi, işte şu kuşun uçması olayıdır” dedi. Onun yanıtının bu kadarla kalmayacağını biliyordum. O nedenle bekledim.
“Kuş, uçabildiği için kuştur” diyerek sürdürdü yanıtını babam. “Ona uçabilme yeteneğini sağlayan, kanatlarıdır. Kanatları olmayan bir kuş, bir fareden pek de farklı sayılmaz; ayaklar altından kaçabilmek için o da oradan oraya koşuşturmak zorunda kalır.” Yeniden kanatlara getirdi sözü: “Bir kuşun uçabilmesi için, yalnızca bir kanadı da yetmez” dedi. “İki kanadı olmayan hiçbir kuş uçamaz. İki kanatlı kuşu demokrasiye benzetmemin nedeni ise, aralarındaki bu ‘doğal’ benzerliktir.” Babamın o gün anlattıklarını, bugün de koruyorum belleğimde. “Demokrasi de iki kanatlıymış. Kanatlardan biri iktidar, öteki muhalefetmiş. İktidar iş yaparmış, muhalefet onu denetlermiş. İktidarın yanlış bir davranışını gördüğünde muhalefet görevini yerine getirirmiş, eleştirisini yapar, o yanlışın düzeltilmesini önerirmiş. Böylece her iki kanat da çırpmaya başlayınca, işte o zaman demokrasi var olurmuş. Muhalefet kanadı olmazsa, tek kanadı olmayan kuş örneği, iktidar kanadı tek başına demokrasiyi sağlayamazmış. Çünkü yaptığı her iş, muhalefet olmadığı için, denetimden geçmemiş olurmuş, hemen her işde olabilecek yanlışlıklar eleştirilmemiş, düzeltilmemiş olurmuş, yanlış yapılan iş de, o yanlışla yapılmış olurmuş; özetle, demokratik olmazmış.”
Demokrasinin, aynı önem ve değerdeki “olmazsa olmaz” iki kanadını özetlerken, sözü yine pencerenin önünden uçup giden kuşa getirdi babam: Bir milletin tüm insan haklarına saygı duyularak, uygar bir biçimde yönetilmesi için öncelikle, “kayıtsız şartsız” bir biçimde demokrasi gerekliymiş; sonralıkla ise, o demokrasinin var olabilmesi İçin iktidar kanadı kadar, muhalefet kanadının da “kayıtsız şartsız” bir biçimde var olması gerekliymiş. Çok çok önemli birşey daha öğrendim o gün babamdan… Demokraside “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi, hiçbir zaman “daha fazla oy alan” iktidarın “malı” değilmiş. O ilkede, “daha fazla oy alan” iktidar partisi kadar, aldığı oy ne kadar olursa olsun, muhalefet partisinin de eşit payı varmış. Ve bu payın önemi ve değeri de, yine bir kuşun öteki kanadının önemi ve değerindeymiş. Çünkü… O payın gerçek sahibi, hem tek tek, hem bir bütün olarak, “millet”in kendiymiş. Millet, kayıtsız şartsız sahibi olduğu “egemenlik” yetkisini kullanmaları için, seçimlerde verdiği oylarla iktidar ve muhalefet partilerini görevlendirirmiş. Hangi partiden seçilmiş olursa olsun tek tek her milletvekili, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gelmek ve milletin verdiği “Egemenliğimi orada kayıtsız şartsız kullanacaksın” emrini ve görevini yerine getirmekle yükümlüymüş. Babamın bu konudaki son sözü şu olmuştu: “Ben, seçimi kazanan partinin zaferi gibi gösterilen demokrasiyi değil, millete egemenlik yetkisini kullanma olanağı sağlayan demokrasiyi övüyor, onu savunuyorum…”
***Bunları öğrendiğimde yıl 1950’ydi ve o günlerde demokrasi bir “yeni gelin”di, Türkiye’de. Aradan geçen 61 yılın sonunda bugünlere geldik ve... 61 yıl öncesinin “yeni gelin”i demokrasi, doğurduğu çocuklarının sahip çıkmasını bekliyor şimdi, annelerine...