01 Şubat 2011

O gecenin yarısından sonra…

  On gün önceki o gecenin yarısından sonraki saatlerde sokağın başından sonuna, sonundan başına doğru bir o yana, bir bu yana yürüyordum ama aklım fikrim sürekli Yassıada Mahkemesi’ndeydi. 50 yıl sonra şimdi, yine Yassıada’daydım ve salonda yine duruşmalarını izliyordum. “Parti grup kararı almıştı ve biz hepimiz, bu karara itirazsız uymak zorundaydık, Muhterem Reis beyefendi…” diyordu onuncu sıradaki bir sanık. Onun beş sıra arkasından ayağa kalkan bir başka sanık, sanki önündeki arkadaşının tümcesini tamamlıyor gibi konuşuyordu: “Aslında bendenizin de şahsen hiç de tasvip etmediğim bir karardı bu… Ama grup kararı olduğu için, mecburen biz de elimizi kaldırıyorduk ve biz de kabul etmiş oluyorduk.” Mahkeme Başkanı Salim Başol, onayladığı mı, azarladığı mı anlaşılamayan kendine özgü “başöğretmen otoritesi”yle karşılık veriyordu: “Yani hiç de aklınıza yatmayan bir kararı, sırf Başbakanınız istedi diye mecburen mi kabul ediyordunuz?” Sanık eski milletvekilleri, müdüründen “aferin” almış çaycı gibi sevinerek yerlerine otururlarken, ön sırada soldan ikinci sandalyede oturan sanık eski Başbakan ve Demokrat Parti Genel Başkanı Adnan Menderes başını arkaya çeviriyor, kendilerine temsil yetkisi verdikleri halkın güvenini de, başkanlarına vefa borçlarını da yüzlerine, gözlerine bulaştıran eski dava arkadaşlarına, acı bir tebessümle bakıyordu. Kimbilir, Brutus olmanın bu denli kolay olduğu bir ortamda, belki de Sezar olmanın dayanılması güç ağırlığı altında eziliyordu. Menderes’in o anda ne düşündüğünü bilemiyorum ama benim aklıma birkaç ay önce okuduğum bir kitaptaki soru takılıp duruyordu: “İsa’yı kim öldürdü?”   * * * Aslında o kitapta da bir mahkeme ve bir duruşma vardı. O düşsel mahkemede de yargıç, karşısındaki sanıkları dinliyordu. İsa Peygamber’in çakıldığı çarmıhı yapan marangoz, bir suçu olmadığını söylüyor, kendini savunuyordu: “Bana bir müşteri geldi ve benden şu boyda, şu kalınlıkta iki kalas hazırlamamı istedi. Bundan benim ne suçum var ki?” Benzer bir savunmayı, biraz sonra demirci ustası yapıyordu: “Bir müşterim benden on adet çivi yapmamı istedi, Sayın Yargıç” diyordu. “O çivilerle bir insanı ayaklarından ve bileklerinden çarmıha çakacaklarını ben nasıl bilebilirdim?” Bir başka usta, kendisine getirilen iki kalastan bir çarmıh yapmasının istendiğini söyledi: “Kalaslardan birini, öteki kalasın ortasından az yukarıya çakmamı istediler, ben de dediklerini yaptım.” Ortada, gözler önünde çarmıha gerilen, gözler önünde çarmıha çivilenen ve gözler önünde ölen, öldürülen İsa vardı ama… Kimse onu, kimin öldürdüğünü bilmiyordu. Karşımdaki duruşma salonunda da durum pek farklı değildi. Ortada bürokratlarından milletvekillerine, bakanlarından başbakanına değin bir iktidar, tüm kadrosuyla gözler önünde, sanık olarak yargılanıyordu ama… Kimse de bu kadronun bu noktaya getirilmesinin suçunu ve sorumluluğunu üstlenmek istemiyordu. Polisler şöyle savunuyorlardı kendilerini: “Biz, amirlerimizin bize verdikleri emirleri uyguladık. Bu emirleri uygulamasaydık, asıl o zaman suçlu olurduk.” Polis müdürlerinin savunmaları da farklı değildi: “Bakanımız ne emir verdiyse, biz o emri yerine getirdik. Bakan emrini uygulamak suç olur mu?”   * * * On gün önceki o gecenin yarısından sonraki saatlerde sokağın başından sonuna, sonundan başına doğru bir o yana, bir bu yana yürüyordum ama aklım fikrim sürekli 50 yıl öncesine gidip geliyordu. Zaman zaman Yassıada Mahkemesi’ni izliyordum, zaman zaman “İsa’nın öldürülmesi” düşsel mahkemesini izliyordum. Ya ben o gecenin yarısından sonraki saatlerde sokakta ne mi arıyordum? Soran arkadaşlarıma yanıtım hazırdı: “Petrol arıyorum” diyordum. Söylediğim elbette ciddi değildi; şaka yapıyordum. Fakat beş on adım ötemde, İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü’nün yoğun bakım bölümünde tedavi edilmekte olan uluslar arası değer ve önemdeki bilim adamımız Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın tutulduğu avuç içi kadar odasında, hiç de küçümsenmeyecek sayıdaki polisler ve Adalet Bakanlığı üst düzey görevlileri, terör örgütü ve terörist belgeleri ve araç gereçleri arıyorlardı, ciddi ciddi… O gecenin yarısından çok çok sonraki o saatlerde onlar orada ciddi ciddi terör belgesi ararlarken, ben de sokakta, petrol arıyordum. Ve önce sokağın başından sonuna, sonra da o sondan dönüp, yeniden başlıyordum bilmem kaç kez daha, sondan başa doğru yürümeye…

Etiketler:, , , , , , ,

YASAL UYARI: Bu sitede yer alan tüm içerik, METE AKYOL'a aittir. METE AKYOL'un yazılı izni olmadan, bu içeriğin kopyalanması, imzalı veya imzasız kullanılması, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

Menu Title