01 Ekim 2012
Öküz Resimli Mağaraları Özlüyorum
Duvarlarına öküz resimleri çizerek mağaralarına da, yaşamlarına da güzellikler katmaya çalışan büyüüüüük büyük dedelerimize karşı yüreğimde ve beynimde, giderek yoğunlaşan bir özenti oluşuyor.
O resimlerle onlar, içinde yaşadıkları “mağara devri”nin izlerini oluştururlarken, ayırdına bile varmaksızın, önlerindeki milyarca yıl sonrası için “insan olduklarının kanıtı” bilgiler de hazırlıyorlardı.
Sözcükler yerine çizgilerle ulaştırdıkları bu bilgilerde dedelerimiz, öküzlerin kendilerinden daha güçlü olduklarını kabul ediyorlardı ama, “kafalarını kullanarak” onların bu güçlerini ayaklar altına alabildiklerini, etleriyle karınlarını doyurduklarını, derileriyle örtünüp, soğuktan korunduklarını gösteriyorlardı.
Büyüüüük büyük dedelerimiz yalnızca bu iki temel gereksinimlerini karşılayarak değil, duvarlarına öküzlerin resimlerini çizerek de kanıtlıyorlardı, “insan” olduklarını.
Gerçi öküzler kadar büyük değillerdi, öküzler kadar güçlü değillerdi ama, öküzlerde olmayan çok önemli bir özelliğe sahiptiler.
Düşünebiliyorlardı. Çünkü “insan” dılar.
Kendilerinden kat kat güçlü olan öküzlerin etleriyle doyup, derileriyle örtünmelerinden başka, mağaralarının duvarlarına onların resimlerini çiziyorlar, hem mağaralarına bir anlam katıyorlar, hem yaşamlarına bir anlam kazandırıyorlar ve… Onlardan da önemlisi, insan olmalarının doyumsuz beyinsel lezzetini duyumsuyorlardı.
Ancak insanlara özgü bir beceriyle duvarlarına resim yapabildikleri mağaralarını birer “ayı ini” olmaktan çıkarıp, ona “yuva” anlamı kazandırmalarıyla kimbilir ne denli çok övünüyorlardı.
Haklılardı da… Kendilerinden kat kat güçlü öküzleri yere serebildikleri becerileriyle ve resim yapabildikleri yetenekleriyle dört ayaklı yaratıklardan üstün olduklarını da kanıtlıyorlar, insanlık özelliklerini kullanarak, yaşamlarına insan olmalarının anlamını da kazandırıyorlardı.
İnsan olduklarını yalnızca iki ayaklı olmak özellikleriyle değil, beyinsel ve yüreksel özellikleriyle de kanıtlıyorlardı.
***
Milyonlarca yıl sonra şimdi, bir sağıma, bir soluma bakıyorum; bir arkama, bir önüme bakıyorum, mağara devrindeki “insan”larla bugünkü “insan”lar arasındaki milyarlarca kilometre uzaklıktaki farkı görüyorum ve…
Mağara duvarına çizebildikleri öküz resimleri nedeniyle, o dört ayaklı yaratıkların iki adım önüne geçebildikleri için övünen büyüüüüüük büyük dedelerimizle aramızdaki bu rakamsal farka karşın, beynimde ve yüreğimde yine de bir özenti oluşuyor onların yaşamına.
Duvarlara çizdikleri öküz resimleriyle onlar mağaralarına da bir anlam katmışlar, yaşamlarına da bir anlam kazandırmışlar ve insan olarak yaşamanın gururuna sahip olmuşlardı.
Oysa biz küçüüüük küçük torunlar şimdi, insan tarihinde en üstün düzeye ulaşan beyinsel becerilerimizle…
Nerede olursak olalım, birbirimize istediğimiz an ulaşmamızı sağlayan cep telefonlarımızla… İstediğimiz an, istediğimiz yerde birbimizi “Ah” demeye zaman bırakmadan öldürebildiğimiz modern silahlarımızla, roketatarlarımızla…
Bir insanı bir anda bin parçaya ayıran, dört yöne savuran teknoloji harikası bombalarımızla…
En güçlümüzün, en çok övünerek uçurduğu insansız ya da insanlı uçaklarımızla…
Kentlerimizi ve insanlarını birkaç saniye içinde yok ettiğimiz savaşlarımızın görüntülerini anında evimizin baş köşesine getirebildiğimiz iletişim
harikası televizyonlarımızla…
Ve aynı televizyonların “Vur patlasın, çal oynasın” yayınlarıyla, yeryüzünün en vahşi görüntülerini bile bir iki dakika içinde unutturan teknolojik tılsımıyla…
En ileri “uygarlık devri”ni yaşayan dünyamızda, en ileri çağdaş koşullar, en ileri teknolojik gelişmeler içinde ve en ileri yönetim yöntemleriyle yönetilerek “bir elimiz yağda, bir elimiz balda; bir elimizde cımbız, bir elimizde ayna” düzeyinde keyiflerle yaşamımızı sürdürürken…
Duvarlarına öküz resimleri çizerek mağaralarına da, yaşamlarına da güzellikler katmaya çalışan büyüüüüük büyük dedelerimizin yaşamları akıllara geldikçe, insanın yüreğinde ve beyninde, nedendir bilinmez, yine de giderek yoğunlaşan bir özenti oluşuyor.
Etiketler:mete akyol, öküz Resimli mağara, uygarlık