Shakespeare'in dünyayı bir sahne olarak görmesi gibi, biz de Türkiye'mizi, üstelik seyircisi dc olan bir sahne olarak görüyoruz. Türkiye sahnemizde dc oyuncular, sıralan geldiğinde sahneye çıkarlar, rollerini yaparlar, oyunlarını oynarlar ve bittiğinde sahneden de, tiyatrodan da çıkarlar ama... Bizim seyircilerimiz, değil tiyatrodan çıkmak, koltuklarından bile kalkmazlar. Onlar, biraz önce biten oyunu seyrettikleri hareketsizlikleri ve sessizi iklcriylc, biraz sonra oynanacak yeni oyunun başlamasını beklerler.
Ve oyuncular sahneye adımlarını atar atmaz, onlar da yerlerinden yay gibi fırlayarak ayağa kalkarlar ve ellerinin tüm gücüyle yeni oyunun, yeni oyuncularını alkışlamaya başlarlar. Türkiye sahnesinin seyircilerinin sayısız özelliklerinden biri de, bu uygulamadır. Biten oyunun oyuncuları yerine, başlayacak oyunun yeni oyuncularını alkışlamak önsezisine, dünyanın başka hiçbir ülkesinin seyircisi sahip değildir.
Çünkü Türkiye sahnesinin seyircileri, sahneden çekilen bir oyuncudan hayır gelmeyeceğini bilecek denli ileri görüşlüdürler. Bu nedenle enerjilerini, gideni alkışlayarak boşa harcayacakları yerde, sahnede "sil baştan yeniden" oynanacak yeni oyunun, yeni oyuncularını alkışlamak için kullanmanın daha akıllı bir yatırım olaca-ğının bilincindedir.
Türkiye sahnesinin seyircilerinin bir ilginç özelliği de, seyretmek istedikleri oyunu seçmek zahmetine kat-lanmamalarıdır.
Karşısındaki sahnede ister komedi oynansın, ister dram. ister kanlı bıçaklı, tabancalı tüfekli, ister ölmeli öldür-meli, aşmalı kesmeli trajedi oynansın.
Türkiye sahnesinin seyircileri, karşıla-rında oynanan tüm oyunları gözlerini bile kırpmadan, parmak uçlarını bile kıpırdamadan, bir televizyon dizisi seyredercesine büyük bir ciddiyetle seyretmeye zaten peşinen hazırdırlar. Zaman zaman da olsa içlerinden bir ya da iki üç kişi ayağa kalkıp da, "Biz bu oyunu yıllardır seyrediyoruz... Bırakın bizi uyutmayı da bir takım yeni, çağdaş hareketler yapın artık" diyecek olsa, tiyatro güvenlik kuvvetlerinin o kişilerin üstüne acımasızlıkla sal-dırmaları karşısında bile Türkiye sahnesinin seyircileri seslerini yükseltmezler, rahatlarını bozmak istemezler.
Aslında hiçbiri kendi rahatını dü-şündüğü için susuyor değildir. Bakın, ne diyorlar: "Viran olası hanede" diyorlar... "Evlâd u ayal var" diyorlar...!*) Birşeyler daha diyorlar ama... Ses çok zayıf geliyor... Kulak kabartalım; dinleyin: "Aramızdan öne fırlayıp, bizi uyarmaya çalışan cesur yürekli aydınlarımızı gördükçe, içimizden bir anda bizim de ayağa kalkıp, onları coşkuyla alkışlamak ve yüksek sesle 'Yaşayın... Bravo size... Her zaman dimdik yanı-nızdayız' diye haykırmak gelmiyor değil... Gelmesine geliyor da... Bili-yorsunuz durumları... Hak verin..."
Sahneye bakıyorsunuz, roller aynı, oynanan oyun aynı, yalnızca oyun- cular değişik... Başını da biliyoruz, ortasını da biliyoruz, sonunu da biliyoruz biz bu oyunun ama... Seyircilere bakıyorsunuz, her biri bir heykel kıpırdamazlığında... Her biri bir heykel hareketsizliğinde... Her biri bir heykel sessizliğinde...
"Hişt, hişt" demek geliyor insanın içinden. I-ııh..
"Uyanın a dostlar, sahnede oynanan bu oyun yeni değil... Kendinizi unutacak denli kapılmayın bu oyuna." Türkiye sahnesinde seyirciler, oturdukları yerde sessiz ve hareketsiz oturuyorlar. Tek umudumuz, yeni oyunu oynayacak yeni oyuncuların sahneye çıkmasında...
I-ııh...
"Bu ne dikkat, bu ne ciddiyet... Bir televizyon dizisi değil ki bu seyrettiğiniz..." Hm?
I ürkiye sahnesinde seyirciler, oturdukları yerde sessiz ve hareketsiz oturuyorlar. Tek umudumuz, yeni oyunu oynayacak yeni oyuncuların sahneye çıkmasında... Çünkü, ancak onlar sahneye çıktıklarında anlayabileceğiz seyircilerimizin yaşayıp yaşamadıklarını, yerlerinden yay gibi fırlayarak ayağa kalkmalarından ve ellerinin tüm gücüyle yeni oyunun, yeni oyuncularını alkış-lamaya başlamalarından...»
meteakyol@butundunya.com.tr
*"Eş, çoluk çocuk olmasa ben yapacağımı bilirdim."