16 Ocak 1994

Yedi milyon frank ne oldu?

İkinci Meşrutiyet döne­minin “iktidardaki” İt­tihat ve Terrakki Par­tisi, tahttan uzaklaştır­dığı Sultan Abdülhamid’in sadece tahtına değil, onun sanatsal ve tarihsel değeri tartışılamayacak denli yüksek olan mücev­her koleksiyonuna da el koy­muştu. Trablus’taki Osmanlı-İtalyan savaşının aleyhimize gelişmesi karşısında İttihat ve Terakki Partisi Hükümeti, Osmanlı Donanması’ güçlendirmek amacıyla iki savaş gemisi, bir denizaltı, çeşitli sayıda torpido ve top alınması sorunuyla karşı karşıya gelin­ce, bunlar için gerekli   parayı, bu mücevherleri satarak sağlamayı dü­şündü. Sultan Abdülhamid’in elkonulan mücevher koleksiyo­nu bu nedenle, 20 Mart 1327 (1911) tarihinde çıkarılan özel bir yasayla Osmanlı Donan­ması’na devredildi. Donanmanın gereksinim duyduğu savaş gemileri, denizaltı, torpido ve topların bir an önce satın alınabilmesi için, bu mücevher koleksiyonun “en kolay ve en çabuk biçimde pa­raya çevirilmesi” uygun gö­rüldü. Bu “en kolay ve en çabuk” yolun ise, mücevherlerin, en çok para edeceği Paris’te, en çok para getirebilecek açık artırma yöntemiy­le satışa çıkarılması ol­duğuna karar verildi. İttihat ve Terrakki Hükümeti, bu ka­rarını uygulamakla Maliye Bakanı Cavit Bey’i görevlendirmek istedi ama... “Mekteb-i Mülkiye” hocası Cavit Bey, yılların süzgecinden geçmiş deneyimi sonucu bu görevi kabul etmedi. Bu kararıyla Cavit Bey, Os­manlı İmparatorluğu’nun bir Padişah’ının mücevherlerini hem de yabancı bir ülkede, hem de açık arttırmayla satışa çıkaran bir Maliye Nazırı ola­rak tarihe geçmekten kendini kurtardığı gibi, bu konuda ha­zırlanan anlaşmayı imzalamak için Fransız Başkonsoloslu­ğu’na gitmek zorunda kalmak­tan ve hiçbir siyasal sıfatı bu­lunmayan bir Fransız mücev­her uzmanıyla aynı anlaşmaya imza atmak zorunda kalmak­tan da kendini kurtarmış oldu. İstifasını verip, Maliye Na­zırlığı görevinden ayrılınca, bu göreve onun yerine, Maarif Nazırı Nail Bey getirildi. Yeni Maliye Nazırı Nail Bey, Fransız Başkonsolosluğu’na gidip, Fransa’dan davet edilen mücevher uzmanı Robert Linzeler ile aynı anlaşma­yı karşılıklı imzalamakta bir sakınca görmedi. Aynı sayfaya Türkçe ve Fransızca olarak yazılan on maddeli bu anlaşmaya göre Abdülhamid’in mücevher koleksiyonu Robert Linzeler’e teslim edilecekti ve mücevherlerin sandıklara konulup, Fransa’ya götürülmesinin so­rumluluğu da tümüyle bu Fransız uzmana bırakılacaktı. Anlaşmada yeralan bir maddeye göre de Robert Linzeler, açık arttırmayı yönete­cek olan “commissaire priseur”un ücreti, mücevherlerin yüklenme ve nakliyesi, sigor­tası, teşhiri, açık arttırma salo­nunun kirası ve düzenlenmesi ile açık arttırmayla ilgili kata­log, reklam ve koruma işleri konusunda Osmanlı Hükümeti’nden hiçbir maddi istekte bulunmayacaktı. Bu hizmetlerin tüm masra­fını kendi karşılayacak olan Robert Linzeler’in kazanacağı para, anlaşmanın dokuzuncu maddesiyle şöyle belirlenmişti: “Öte yandan Osmanlı Hü­kümeti, bu yükümlülükleri karşılığında Robert Linze­ler’e, ‘Commissaire Priseur’ tarafından hesaplanan ve açık arttırmanın sonucunda ulaşılan toplam miktarın yüz­de üçünü ödemeyi kabul eder.” Anlaşmanın onuncu ve so­nuncu maddesi ise aynen şöyleydi: “Satışlar sonunda sağla­nan miktar, bir önceki maddede sözü edilen komisyon düşüldükten sonra, satıştan resmen görevli olan ‘Commis­saire Priseur’ tarafından, Paris’deki Osmanlı Bankası’na teslim edilecektir.” Fransa’nın İstanbul’daki Başkonsololuğu’nda 11 Temmuz 1911 günü Maliye Nazırı Nail Bey ve Fransız mücevher uzmanı Robert Linzeler tara­fından imzalanan ve Fransız Başkonsolosluğu’nun mühürüyle onaylandıktan sonra, 200 sıra numarasıyla başkonsolos­luk evrak defterine kaydedilen bu anlaşmayla Osmanlı Hükümeti’nin bir Maliye Nazırı, Abdülhamid’in mücevherlerinin satış yetkisini bir Fransız mü­cevher uzmanına, Hükümeti adına” resmen teslim etmiş oldu. Robert Linzeler adlı bu mücevher uzmanı ise, dünya­da hiçbir meslekdaşına kısmet olmamış böylesi bir yetkinin sahibi sıfatıyla, değer biçile­mez bu mücevher koleksiyo­nunu aldığı gibi doğruca Pa­ris’e gitti ve... Bakın orada neler, neler yaptı. Bu tür açık arttırmalı satış­ları yapmakla Fransız Hükümeti tarafından yetkili kılınan ve Fransız Adalet Bakanlı­ğı’na bağlı olarak, bir çeşit No­ter örneği, “resmen” görev ya­pan “Commissaire Priseur”lerden birine gitti. Robert Linzeler, Commis­saire priseur Lair Dubreuil’e başvurdu ve bir anlaşma yapa­rak, mücevherlerin açık arttırmayla satışını yönetmesi göre­vini kendisine verdi. Mücevherlerin satışı konu­sundaki “tam ve tek yetkili” Robert Linzeler’le yaptığı bu anlaşma üzerine commissaire priseur Lair Dubreuil, bu açık arttırmayı 27 Kasım-11 Aralık 1911 tarihleri arasında gerçek­leştirerek, mücevherlerin tümünün satışını tamamladı. Robert Linzeler, satışlardan sonra Lair Dubreuil’le karşılıklı bir tutanak hazırladı. Satışların yapıldığı her gün, tek tek her parçanın satışından elde edilen gelirin ve bunların toplamının ayrı ayrı yer aldığı bu tutanakta, “ge­rekli harcamalar çıkarıldık­tan sonra” satışların net gelirinin 6 milyon 768 bin 359 frank, olduğu saptandı. Satış raporu ve satış hesap­larının yer aldığı bu tutanak dikkatle okunduğunda, ortaya büyük bir “tarihsel soru işareti” çıktı. Osmanlı Hükümeti adına, Maliye Nazırı Nail Bey’le kar­şılıklı imzaladığı anlaşmaya göre, satışlardan sağlanan toplam gelirin sadece yüzde üçü­nü alması gereken Robert Linzeler’in, toplam gelirin tümü­nü aldığı anlaşıldı. Oysa anlaşma maddelerin­de, Robert Linzeler’in yüzde üçlük komisyonu ödendikten sonra kalan paranın tümünün, commissaire prisuer tarafın­dan Osmanlı Hükümeti’nin Osmanlı Bankası’ndaki hesabı­na yatırılması gerekiyordu. Güvenilirliğinden ve say­gınlığından Fransa Hüküme­ti’nin sorumlu olduğu bir com­missaire prisuer’ün, satıştan sağlanan parayı Osmanlı Ban­kası’na yatırmak yerine bunu, mücevher uzmanı Robert Linzeler’e verdiği, aradaki bu “özel anlaşma” metninin bulunmasıyla "anlaşıldı. Bu metni, yine bir rastlantı sonucu, Vivet Kanetti buldu. “Mücevherlerin satışın­dan sağlanan ve Osmanlı Bankası’na yatırılmayan pa­ranın ne olduğunu” araştırmasını rica ettiğim Paris’teki dostum Vivet Kanetti’den, bir­kaç gün sonra nefis bir mek­tup ve örneğini bu sayfalarda gördüğünüz çok önemli bir belgenin fotokopisi geldi. Vivet Kanetti, mektubun­da şöyle diyordu: “Nail Bey’le Linzeler’in yaptığı anlaşmayı, commissa­ire prisuer Lair Dubreuil’in bürosundaki arşivlerde bul­dum. Kendisi tabii, çoktan sizlere ömür... Fakat bürosu­nun, Ader-Tarjan-Picard ta­rafından devralındığını öğrendim. Bunlar, Paris’in en büyük commissaire prisuer’leridir. Ve ne ilginç bir rastlan­tıdır ki, bugün Osmanlı sanatı konusunda açık arttırmalar düzenleyen kişilerdir. Bu anlaşmanın kendi ar­şivlerinde bulunduğundan üçünün de haberi yoktu. Remi Ader’le ikinci görüş­memizde, elindeki hukuki belgeyi baştan sona birlikte incelememizi rica ettim. Kabul etme nezaketi gösterdi. Sanırım, sizin başlattığınız Agatha Christie atmosferin­den hoşlanmıştı. Remi Ader, işin yetkili bir uzmanı olarak, şunları söyle­di: ‘Osmanlı Hükümeti ile im­zalanan anlaşmanın onuncu maddesine göre, bu satıştan elde edilen paranın, resmi yetkili bir kişi olan commissa­ire prisuer Lair Dubreuil ta­rafından, Osmanlı Bankası’na yatırılması gerekmektedir. (Tabii Linzeler’in komisyonu kesildikten sonra.) Oysa satıştan sonra kale­me alınan elimizdeki hukuki belgede, bu paranın Osmanlı Bankası’na yatırıldığına dair en ufak bir iz yok. Buna karşılık, satıştan el­de edilen paranın tümünün, 20 Ocak 1912 Cumartesi günü, mücevher uzmanı Mösyö Linzeler’e, kendi komisyonuyla birlikte teslim edildiğini gö­rüyoruz. Belgenin altında dört imza var. Linzeler’in, La­ir Dubreuil’in ve tanık iki commissaire prisuer’in imzaları... Bu belgeye göre, mücev­herlerin satışından sağlanan para Osmanlı Bankası’na yatırılmamış, Robert Linzeler’e verilmiştir. Bu parayı onun ne yaptığı konusunda ise elimizde hiçbir belge yok.” İki hafta süren satış sonun­da toplam 6 milyon, 980 bin, 902 frank gelir elde edildi. 1911 yılının yaklaşık 7 mil­yon frangının, Osmanlı Hükümeti’ne gönderilmek üzere Pa­ris’teki Osmanlı Bankası’na yatırıldığına dair elde bir belge olmadığı gibi, bu paranın İs­tanbul’daki Osmanlı Bankası’na geldiğine dair de bir bel­ge de bulunamamıştır. İttihat ve Terakki Hükü­meti, savaştaki donanmasına gemi alabilmek için Padişah’ının mücevherlerini sat­mak zorunda kalması yanısıra bir de, bu satıştan hakettiği pa­rasının neden gönderilmediği­nin peşini bile kovalayamamış, hakkı olan bu parasının hesa­bını bile soramamıştır. Sadece bu satış değil, bu satış sonrası sağlanan paranın “üzerine bir bardak so­ğuk su içil­mesi” olayı da, bugüne değin Türk halkının bil­gisinden us­talıkla sak­lanmıştır.

Etiketler:, , , , , , , , ,

YASAL UYARI: Bu sitede yer alan tüm içerik, METE AKYOL'a aittir. METE AKYOL'un yazılı izni olmadan, bu içeriğin kopyalanması, imzalı veya imzasız kullanılması, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

Menu Title