21 Kasım 1993
Refik Paşa Amca ve sürprizin böylesi…
Hemen hiçbir köşe yazarı, yazılarının belirli bir başlık altında yayınlandığı o ilk günlerinin mutluluğunu yalnız başına yaşayamamıştır.
Yakını bir politikacı, yakını olduğu gazetecinin artık, kendine özgü bir başlık altında yazı yazmaya başladığını görünce, onun o köşesini, kendi siyasal görüşlerini rahatça açıklayabileceği bir hoparlör gibi görmüştür ve...
O hoparlörden zaman zaman borusunu öttürebileceğinin inancıyla, yakını gazetecinin köşesinin mutluluğunu, onunla birlikte kendi de paylaşmaya kalkışmıştır.
Yazılarımın gazetede özel bir başlık altında yayınlanmaya başlandığı 1965 yılı Ağustos ayında, böylesi bir özel mutluluğu ben de kendi kendime yaşayamadım, o mutluluğumu da yakınım politikacılarla paylaşmak zorunda kaldım.
Oysa o ay, mesleğimde yeni bir adım atmamın mutluluğu yanısıra, askerlik görevimi tamamlamamın mutluluğunu da yaşıyordum ama...
Yakınım hiçbir politikacı askerliğimi bitirmeme aldırmıyor, gazetede özel bir başlık altında yazı yazmaya
başladığım için beni yere göğe koymuyordu.
İşte o güzel Ağustos ayında birgün, çok sevgili arkadaşım Gül’ ün babası telefon etti, benimle başbaşa özel bir yemek yemek istediğini söyledi.
Gül, üç dört yıllık arkadaşımdı. Birkaç ortak arkadaşımızla birlikte kimi akşamlar onun evinde de otururduk, müzik dinlerdik, sohbet ederdik.
Gül’ün general olan babasıyla arada sırada kapıda ya da Gül’ün odasına geçerken karşılaştığımızda selamlaşırdık.
Bizi rahatsız edeceğini sandığı için, Gül’ün odasının kapısından başını uzatıp da,
“Hoşgeldiniz çocuklar" bile demezdi bize.
Biraz kız babası olmasının gururuyla, biraz da general olmasının gururuyla nedense bizimle pek konuşmazdı.
Bir yıl önce emekli olan
Refik Paşa Amca, o gün telefon edip de, benimle başbaşa özel bir yemek yemek istediğini söyleyince, itiraf edeyim, şaşırmaktan çok, kuşkuyla korku arası bir duyguya da kapıldım.
Hemen Gül'e telefon ettim:
“Baban benimle ne konuşmak isteyebilir, Gül?” dedim
"Bu konuda evde birşey konuşulduysa çıtlatıver de, hazırlıklı olalım...”
Babasının benimle konuşmak istediğini duyunca Gül de şaşırdı:
"inan, ilk kez senden duyuyorum" dedi “Seninle konuşacağı ne konusu olabilir ki babamın?.."
Bir yıl önce evlendiğim karımla da içtenlikli bir arkadaşlık kuran Gül'e, yarı şaka, yarı da ağız yoklaması karışık bir soru sordum:
“İster misin baban beni bir köşeye çeksin de, ‘Hem kızımla iki üç yıl arkadaşlık edersin, hem de gider başka biriyle evlenirsin’ diyerek üzerime yürüsün, beni de bir güzel pataklasın?” dedim.
Gül kocaman bir kahkaha attı:
“Bırak şimdi dalga geçmeyi de, ciddi ciddi birşeyler düşünmeye bak” dedi
“Sahi, babamın seninle konuşacağı ne olabilir ki?.. Beni de meraklandırdın şimdi.”
Bir şaka daha yaptım Gül’e:
“O kadar çok merak ettiysen, akşam eve gelince kendisine sorarsın, öğrenirsin” dedim.
Gül, şaka yaptığımı önce anlamadı:
"Babamı tanımıyormuşsun gibi konuşma, Allahaşkına” dedi
“Ben babamla hiç böyle şeyler konuşabilir miyim? Bilmiyor musun yani?..
Refik Paşa Amca ertesi gün öğle saatlerinde, beni yemeğe götürmek üzere gazeteye geldi.
“Seni Washington Restoran'a götüreceğim" dedi
“Daha önce hiç gitmiş miydin oraya?"
Ankara’daki
Washington Restoran, öyle
“Politikacıyım" diyen herkesin değil, ancak devlet büyüğü politikacıların ve üniversite büyüğü profesörlerin yemek yedikleri üst düzey bir lokantaydı.
“Biz kim, oraya gitmek kim, Paşa Amca?" dedim
"Biz Washington Restoran’ da yemeklerimizi ısmarladıktan sonra Paşa Amca, konuya balıklama girdi:
“Önümüzdeki milletvekili seçimlerine katılmaya karar verdim" dedi ve…
Yüzüme dik dik baktı.
‘‘Hayırlı olsun, Paşa Amca” dedim.
Paşa Amca yüzüme dik dik bakmaya devam etti:
“Hayırlı olsundan başka birşey demeyecek misin?” diye sordu.
Bu kez ben onun yüzüne dik dik bakmaya başladım.
Paşa Amca, kırılmış bir ses tonuyla konuştu:
“Bana oy vereceğini söylemeni bekliyordum" dedi
"Hala da bekliyorum. Hadi söyle bakalım..."
Paşa Amca ya, benden hangi seçimde oy beklediğini sordum:
"Ön seçimlerde, tabii” dedi
"Şimdi sadece bir aday adayıyım... Milletvekili adayı olabilmek için senden oy bekliyorum..."
Başladım gülmeye:
"Bendeki oy sadece genel seçimlerde geçer, Paşa Amca” dedim
"Ön seçimde ise, biliyorsunuz tabii, sadece partili delegeler oy kullanıyorlar..."
Paşa Amca, kendisiyle alay ettiğimi sandı ve bu kez askerce konuştu:
“Senin bir CHP delegesi olduğunu biliyorum” dedi
"Delege olduğuna göre de, ön seçimde oy kullanacaksın, elbette... Oy'unu bana vermeni söylüyorum sana..."
CHP'nin delegesi olmaktan vazgeçtim, kayıtlı üyesi bile olmadığımı söyledim.
"O nedenle, ön seçimde size oy veremem ki Sayın Paşa Amca" dedim.
Adamcağız bundan sonra yemek süresince benimle tek kelime konuşmadı Yemek biter bitmez de, amcalık hakkını kullanarak beni aldı,
CHP Çankaya ilçe Merkezi’ne
götürdü:
“CHP delegesi olup olmadığını sana gözlerinle göstereceğim” dedi ve delegelerin adlarının soyadlarına göre alfabetik olarak yazıldığı listeyi aldı, getirdi.
“işte bak" dedi
"Okuma yazman varsa, adını okuyabilirsin burada..."
Delege listesinin ilk sırasında yer alan
“Mete Akyol" adını ben de okudum.
“Fakat inanın Sayın Paşa Amca, bunda kesinlikle bir yanlışlık olmalı” dedim “Ben gerçekten, partiye üye bile değilim..."
Paşa Amca, o konuyu da aydınlığa çıkarmak istedi. Beni aldı, kayıt memuruna götürdü.
Üye kayıt defterleri açıldı, kocaman kocaman sayfalar çevrildi ve A-a- a… Üye kayıt defterinde de yazılıydı adım, soyadım.
“Ben hafızamı kaybetmiş filan değilim” dedim partinin kayıt memuruna
"Birisi şaka olsun diye buraya Mete Akyol adını yazmış olamaz mı?.."
Kayıt memuru son derece ciddi bir kişiydi:
Biz burada genellikle şakayla zaman geçirmeyiz” dedi
"İsminiz ise defterimize yıllar öncesinden yazılmış... Hem sadece bu seçimde değil, bundan önceki ön seçimde de delege imişsiniz... Baksanıza..."
Refik Paşa Amca, yalancılığımı yakalamış olmasının zaferiyle gerinirken, bir yandan da hoşgörüsünü esirgemedi:
“Şunu açık açık söylesene” dedi
"Bana oy vermek istemeyebilirsin... Demokrasilerde son derece doğaldır bunlar..."
CHP delegesi olduğumu kanıtlamak için Refik Paşa Amca'nın beni getirdiği
CHP Çankaya İlçe Merkezi'nde
şimdi ise ben, hem delege olmadığımı, hem de hatta partiye üye olmadığımı kanıtlama çabasına giriştim.
Ve sonunda bir ipucu yakaladım.
CHP Çankaya ilçe Merkezi kayıt defterinde üye ve delege
Mete Akyol’un adresinin,
"Hür Kitabevi, Meşrutiyet Caddesi, Yenişehir, Ankara" olarak yer aldığını saptadım
“Ortada bir yanlışlık olduğu o kadar belliydi ki” dedim
“Meşrutiyet Caddesi'ndeki Hur Kitabevi, Sayın Cahit Zamangil'e aittir. Onun adı yazılacağı yerde, belli ki, yanlışlıkla benim adım yazılmış buraya.”
Baba dostumuz
Cahit Zamangil'in kim olduğunu ise, bilmeyenler öğrensin diye, tane tane açıkladım:
"Sayın Cahit Zamangil, CHP eski milletvekillerindendir. Celal Bayar'ın iktisat Vekili olduğu dönemde ise, İktisat Vekaleti Müsteşarı idi... Şimdi de. Meşrutiyet Caddesi’ndeki o küçücük Hür Kitabevi’nin sahibidir.”
O günlerin
Türkiye’sinde, bugünlerin
Türkiye’si
nin değerleri değil de,
Türkiye Cumhuriyeti'ni
kuran kadroların değerleri hala geçerli olduğundan, eski bir CHP milletvekilinin ve eski bir Ticaret Bakanlığı Müsteşarı'nın, bu görevlerinden ayrıldıktan sonra yaşamını şimdi, kitap, defter, kalem, silgi satılan küçücük bir kırtasiye dükkanı çalıştırarak sürdürmesi karşısında Refik Paşa Amca da, partinin kayıt memuru da şaşırmadı ama...
Bir başka kişinin adresinin, bir başka kişinin adıyla aynı bölümde yeralmış olmasına, her ikisinin de aklı yatmadı.
Paşa Amca’dan önce, kayıt memuru ayağa kalktı:
"Meşrutiyet Caddesi, buradan beş dakika ötede” dedi
"Hür Kitabevi’ninin yerini ben de biliyorum... Haydi hep birlikte oraya gidelim ve şu işin içindeki sırrı meydana çıkaralım."
Üçümüz birlikte parti binasından çıktık ve yürüye yürüye Hür Kitabevi'ne geldik.
İçeri girer girmez de, tezgahın arkasında güler yüzlü bir kişiyle karşılaştık.
Kayıt memuru ona,
Sayın Cahit Zamangil’in
ne zaman geleceğini sormak üzereyken, güler yüzlü tezgahtar, daha da cömertçe gülmeye başlayan yüzüyle bana döndü:
“Beni birgün keşfedeceğini biliyordum, adaşım” dedi
"Meğer o gün, bugünmüş..."
Neyi keşfedeceğimi, ne olduğunu, ne bittiğini anlamama fırsat bırakmadan, güler yüzlü tezgahtar devam etti:
“Benim de adım Mete ve benim de soyadım Akyol” dedi
"Birgün mutlaka beni keşfedeceğini biliyordum ve bekliyordum.”
Ortalarda birşeyler döndürülmek istendiğinden kuşkulandım ve... Önce
CHP Çankaya İlçe Merkezi’nin memurunun yüzüne, sonra
Refik Paşa Amca’nın yüzüne, daha sonra da, adının
Mete Akyol olduğunu ileri süren tezgahtaki kişinin yüzüne baktım.
“Ben galiba makasa alınıyorum ama, nasıl ve niçin onu bir türlü çıkaramıyorum" dedim
"Allahaşkına söyleyin... Ortalarda ne dönüyor?.. Ne oluyor?..”
Sorun orada, iki dakika içinde çözümlendi.
Tezgahın arkasındaki bu güler yüzlü kişi,
Hür Kitabevi’nin
sahibi Sayın
Cahit Zamangil'in
hem yeğeni imiş, hem de dükkanda sağ kol değerindeki yardımcısıymış, meğer ve... Adı da gerçekten
Mete, soyadı da gerçekten
Akyol imiş.
Üstelik,
CHP’nin hem kayıtlı, hem de etkin ve aktif bir üyesiymiş... Üstüne üstelik, hem geçen seçimlerde, hem de bu seçimlerde partinin ön seçim delegesiymiş.
Adaşım
Mete Akyol'la
tanışmaktan özel bir mutluluk duydum. Refik Paşa Amca da çok mutlu oldu onu tanımaktan...
Hem, öylesine mutlu oldu ki, ertesi gün yemeğe davet etti onu,
Washington Restoran’a...
Etiketler:Cahit Zamangil, CHP, delege, demokrasi, Gazeteci, Hür Kitabevi, İlçe Merkezi, mete akyol, Paşa Amca, politikacı, restoran, Washington restoran