06 Aralık 1992
Dalan’ın Alan’la tanışması!
“En güzel sigara bizim sigaramızdır” diyebilmek için güneş batışı renkli atlardan ve o atları süren güneş batışı renkli kovboylardan boy boy reklamlar yapan
Marlboro şirketi. 1986 yılında bir de
Alan Prost'dan yararlanmak istedi ve...
Kovboy elbiseleri giyerek, batan güneş karşısında elinde sigarayla poz vermeyi kabul eden yeni yetişme artist adaylarına ödediğinin kat kat fazlasını ödediği
Alan Prost'u da bir
"Marlboro reklam artisti” yaptı.
Hem de ortada fol da yokken, yumurta da yokken de değil... Ortada fol da varken, yumurta da varken...
Çünkü...
“Formula" denilen yarış otomobilleriyle katıldığı tüm yarışlarda rakiplerini geride bırakan
Alan Prost, o yıl “
Dünyanın en başarılı sporcusu” yarışmasında ise, bizim bile kırk yıllık dostumuzdan daha yakın tanıdığımız ünlü futbolcu
Maradona'yıgeride bırakmıştı. Ve bu kez de böylesi bir yarışmada
"en büyük” olarak, dünya kamuoyunun özellikle genç kesiminin gündemindeki yerini almıştı.
Otomobil yarışlarındaki başarılarından ötürü
Alan Prost'ubulutların üstünde bir yere çıkaran
Avrupalı hayranları, onun bir de
“Yılın en başarılı sporcusu” seçilmesi üzerine, sevgilerinden ve sevinçlerinden ne yapacaklarını bilemediler, hep bulutların üstünde bir yerde oturttukları
Alan Prost’larınıbu yerinden aldılar, onu daha da yükseklerde bir yerlere, taaa göklerin tavanına kadar çıkardılar.
Dolardan ve Coca Cola’ dan sonra dünyadaki herhalde en yaygın ve en saygın
"Amerikan ürünü” olan
Marlboro, böylesine bir dünya alkışını hak eden
“canlı reklamı” Alan Prost'aelbette,
“Otur oturduğun yerde" diyecek değildi.
Onun yerine, bir
"Hadi bakalım, kalk” işaretiyle onu ayağa kaldırdı ve
Stockholm senindi, Londra benimdi, Köln onundu. Roma bunundu demesine fırsat vermeden bu
"sporcular sporcusu”nutüm Avrupa'da dolaştırmaya çıkardı.
Marlboro şirketi
Alan Prost'u
Avrupa’dahangi ülkeye götürse, o ülkedeki
Marlboro satışları birden alevleniyordu. Tüm
Avrupa ülkelerindeki
"Marlboro ülke sorumlusu yöneticiler de, satış grafiklerine baktıkça sevinçten ne yapacaklarını şaşırıyorlar,
Marlboro genel merkezinden alacakları yüklü primi akıllarına getirdiklerinde ise, bu serveti nereye yatıracaklarını bilemiyorlardı.
Marlboro Türkiye bölge sorumlusu Mark Durst, şirketin genel merkezine başvurarak, satışlarını atlardan ve kovboylardan sonra en çok yükselten
Alan Prost'unkesinlikle
Türkiye'yede getirilmesi isteğinde bulundu.
“Türkiye’de satışlarımızı artırmak için özel bir promosyona gereksinim duymuyoruz" diye yanıt geldi Marlboro genel merkezinden.
Sünnet olarak erkekliğe ilk adımını atan hemen her
Türk’ün, erkek olduğunu önce kendine, daha sonra da çevresine kanıtlamak için nasıl olsa
Marlboro içmeye başladığını ve...
Türkiye'dekitüm otomobil tamirhanelerindeki çırakların,
“Hor görme garibi… Onun da seven bir yüreği vardır" içtenliğiyle, seven yüreklerinin hemen üstündeki gömlek ceplerinde bir paket
Marlboro bulundurdukları galiba genel merkez de biliyordu.
Mark Durst, attığı taklasına kimsenin alkış tutmadığı ya da yaptığı esprisine kimsenin gülmediği bir sirk palyaçosu gibi dudaklarını büktü ve ağlamaklı bir sesle yineledi isteğini:
"Marlboro'nun Türkiye'deki üstün satış başarısının tümüyle Türk halkına ait olduğunu ben de kabul ediyorum” dedi
"Bu başarıdan kendime bir pay çıkardığımı sanıyorsanız, yanılıyorsunuz... Alan Prost’un ziyaretiyle ben Türk halkının Marlboro’ya gösterdiği teveccühüne teşekkür etmek istiyorum.”
Kimbilir, belki de
“Alan Prost'un Türkiye’ye gelmesiyle şahsım için birşey istiyorsam namerdim” gibi bir kabasözü de kullanmış olmaydı ki...
Marlboro genel merkezi,
Türkiye bölge sorumlusu Clark Durst’uniki ettiği sözünü üç ettirmedi.
Alan Prost’un
Avrupa gezisi programına
Türkiye'ninde eklenmesine "okey" dedi.
Ve sanki biz
Türkiye’de otomobil yarışının hastasıymışız gibi, sanki bir otomobil yarışçısı nasıl bir kişidir diyerek merak edermişiz gibi koskoca
Marlboro genel merkezi tuttu, sırf bölge sorumlusu istiyor diye dünyanın bu en büyük otomobil yarışçısını ve dünyanın bu en başarılı sporcusunu
Türkiye’ye de gönderdi.
Marlboro sigarası, Philip Morris adlı ve bizim Manisa doğumlu bir musevi tarafından
Amerika'da kurulan ve
AIDS'ten daha hızlı bir biçimde dünyaya yayılan
“Philip Morris Şirketi”nin bir ürünü idi.
Sakıp Sabancı ağabeyimiz de, bu şirketin bir çeşit dünürü idi.
Türk yasalarındaki anti- ekonomik maddelerin kaldırılmasından sonra
Marlboro, Sabancı Holding tarafından Türkiye’de üretilecekti.
Bu nedenle
“müstakbel dünürü”nün
Türkiye'dekikonuğuna
Sabancı Holding elbette yardımcı olacaktı.
Sabancı Holding’in Basın ve Halka ilişkiler Müdürü rahmetli Babür Ardahan, uzaktan da olsa akrabamızdı, uzaktan da olsa meslek hocamızdı ama...
Tüm bu özelliklerinden daha önde ve daha önce gelen özelliğiyle, yakından bir ağabeyimizdi.
Alan Prost’ un
Türkiye’de
ki programının bir bölümüyle,
“yarı evsahibi” Sabancı Holding adına kendisi ilgileniyordu.
“Sadece bir gazeteciyle özel röportaj yapmaya zaman ayırabiliyor” dedi
"Ben de o gazetecinin sen olmanı sağladım.”
Ve
Alan Prost'unprogramının bir bölümünü açıkladı:
“Burada sadece 23 saat kalacak” dedi
"Sabah 9.15’de Hilton’da bir basın toplantısı yapacak. On dakika konuşacak, onbeş dakika soruları yanıtlayacak, beş dakikada dışarı çıkacak ve 9.45’de Hilton’un önündeki limozine binecek.”
Beni de ancak, 9.45’de, limuzininde kabul edebilecekmiş.
“Saat 10.45’de, Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’la randevusu var” dedi
Babür ağabey “Hilton’dan Belediye Sarayı’na giderken, ancak limozininde yapabileceksin özel röportajını... Öteki tüm saatleri, hatta dakikaları dolu... Saat 16.30’da İsveç’e uçacak. Bu akşam Stockholm'de basın toplantısı var. Yarın sabah da Londra'da olacak. Orada da 11’de var bir basın toplantısı...”
Alan Prost’asoru sorabilecek kadar kendisi hakkında bilgi edindikten sonra,
Hilton’unönünde bekleyen limozine sabah 9.45’de birlikte bindik.
Dünyanın en hızlı otomobil sürücüsüyle bendeniz,
İstanbul caddelerinde dünyanın en yavaş sürülmek zorunda kalan otomobiliyle, yarım saatten fazla bir sürede
Belediye Sarayı’nagidebildik.
Başkan Bedrettin Dalan, Alan Prost ve onun beraberindeki
Marlboro üst düzey yöneticilerinden oluşan heyeti
İngilizce “Welcome... Welcome...” diyerek karşıladı ve heyet kendisine yaklaşınca, tercüman olduğu cinsiyetinden belli olan hanıma sordu:
"Misafirimiz hangisi?” dedi.
Tercüman bayan, sorulan soruyu da, kendi yanıtını da misafire belli etmeden, misafiri tanıttı
Dalan’ a:
“Ortadaki kısa boylu, kıvırcık saçlı olanı, efendim” dedi.
Bedrettin Dalan, dünyanın en başarılı sporcusu
Alan Prost'aelini uzattı ve biraz önce tüm heyete doğru ortadan söylediği
“Welcome... Welcome...”ını bu kez, elini uzattığı misafire özel olarak söyledi:
“Welcome... Welcome...” dedi ve sıktığı eli bırakmadan, tercüman bayana döndü:
“Adı neydi misafirimizin?” diye sordu.
Tercüman bayan, o an galiba yaşamının en sıkıntılı birkaç saniyesini geçirdi. Konuğa belli etmeden onun adını söyleyebilmesi, olanak dışıydı. Çaresiz, tek yolu kullandı. Konuğun duymasına göz yummak zorunda kalarak, adını söyledi:
“Alan Prost, efendim” dedi.
“Alan Prost ise o an, birisiyle tanışırken adının söylendiğini galiba ilk kez duydu.
Bedrettin Dalan konuğunun elini tutmasını sürdürürken, bir yandan da tercüman bayandan, bir inceliğin inceliğini daha öğrenmek istedi:
"Samimi olunca birinci adları kullanılıyordu, değil mi?” diye sordu ve yanıt beklemeden ikinci sorusunu da sordu:"
“Biz resmi olduğumuza göre, kendisine Alan diye değil, soyadıyla hitap etmemiz, yani Prost dememiz gerekiyor, değil mi?”
Tercümanın ağzından zar zor bir
“evet" çıkabildi.
Ve
Başkan Dalan, bir dakikadan uzun bir süredir tuttuğu eli, pazarlık yapan
Kayseri tüccarı gibi bir aşağı, bir yukarı doğru sallamaya başladı:
“Welcome Mister Prost...” dedi ve konuğunun Fransız olduğunu hatırlayınca, yanlışını hemen düzeltti:
“Yani... Welcome Mösyö Prost...”
Ve bukarşılama töreninden sonra,
Prost'unelini bıraktı, yeniden tercümana döndü:
“Acaba meşhur Prost’la bir akrabalığı filan var mıymış?” dedi
"Sorar mısınız, lütfen?”
Tercümana galiba biraz zor geldi bu soruyu tercüme etmek.
Öyle ya, dünyaca meşhur bir kişi olan
Prost’a,
“Meşhur Prost’la bir akrabalığınız filan var mı?” diye bir soru sormak, pek kolay bir iş değildi, tabii...
Fakat hanımcağızın göreviydi bu... Zor da olsa, zorunlu da olsa, söyleneni aynen tercüme etmekle yükümlüydü.
Alan Prost sorunun Fransızcasını duyunca, tercümanın
Fransızca bilgisinden kuşkulandı. Bir kez daha sormasını istedi aynı soruyu.
Ve saf saf, şaşkın şaşkın kendi bir soru sordu:
"Prost olarak annemle babamı ve bir de amcamı tanırım” dedi
“Fakat onlar da meşhur değillerdir... Prost ailesinde adı duyulan tek kişi benim... Hem sayın başkanın annemi, babamı ve amcamı tanımış olabileceğini de sanmıyorum...”
Alan Prost’un bu yanıtı
Türkçe’yeçevrildiğinde
Dalan, başladı gülmeye:
“Ben anne babasını sormuyorum, meşhur Prost’u soruyorum" dedi
“Yani meşhur mimar Prost’la bir akrabalığı filan var mı diye soruyorum?”
Alan Prost, meşhur mimar Prost’unadını bile duymadığını söyleyince,
Başkan Dalan ona biraz ağabeyce ders vermek gereği duydu:
“Söyleyiniz... Meşhur mimar Prost, hemşehrisidir. O da Fransızdır, yani... Kendisi 1935 yılında İstanbul’a gelmiştir ve İstanbul’dan ayrıldığı 1951 yılına kadar tam 16 yıl süreyle İstanbul’da kalmıştır. Şehircilik uzmanı bir mimardır. İstanbul’un nazım planı ile özellikle Ayasofya çevresinin genel planını yapmıştır. İstanbul’un trafik ve ulaşım planı üzerinde de kıymetli çalışmaları vardır. İnsan merak etmeli, bunları bilmeli...”
Bedrettin Dalan “İstanbul’un trafik ve ulaşım planı" derken birden, şoförü
Şükrü’yü hatırladı.
"Benim Şükrü’yü çağırın, getirin bana” diye emir verdi yüksek sesle.
Biraz sonra body guard görünümlü iri yan bir
Şükrü geldi
Dalan’ ın makam odasına.
“This is my şoför Şükrü” dedi
Başkan Dalan, Alan’ave onun
Fransız olduğunu yeniden hatırlayıp, yine tercümana yöneldi:
"Bu benim şoförüm Şükrü’dür.”dedi
“Kendisi, İstanbul’un en hızlı şoförüdür. Beni buradan Yeşilköy Havaalanına tam onyedi dakikada götürür. Tercüme edin, lütfen.”
Dalan, odadaki tüm foto muhabirleri için bir de rejisörlük yaptı: *
“Şimdi hepiniz şöyle karşımda yer alın” dedi
“Çok sağda veya çok solda kalanlar, on sıradakilerin arkasındaki sandalyelere çıkabilirler... Hepiniz yerlerinizi aldınız mı?...
Şimdi size manşetlik bir poz veriyorum... Mösyö Prost... Lütfen soluma gelin... Şükrü... Sen de sağ yanıma gel şöyle...”
Bedrettin Dalan bir elini
Alan Prost'unboynuna attı, öteki elini şoförü
Şükrü’nün boynuna attı ve derin bir nefes alıp göğsünü şişirmeden önce, foto muhabirlerine, bu fotoğrafın altına yazacakları yazıyı da bildirdi:
"Bedrettin Dalan, dünyanın en hızlı adamıyla, İstanbul’un en hızlı adamı arasında objektifimize poz verirken diye yazın bu resmin altına…”
Yarış pistlerindeki hızıyla, yeteneğiyle ve başarısıyla çağdaş dünyadaki tüm hayranlarını hayretler içinde bırakan, şaşkınlıklar içine düşüren
Alan Prost, bu kez kendi hayretler içinde kaldı, kendi şaşkınlıklar içine düştü, rüzgar gibi geldiği, rüzgar gibi geçtiği
İstanbul’da… Etiketler:Bedrettin Dalan, Fransız Alan Prost kimdir?, Marlboro sigarası, mete akyol, reklam artisti, tercüman, Türkiye Bölge sorumlusu