06 Eylül 1992
Gönül’ü Ağlatan Sevgili!
İşte bu kader cilvelerinden biri sonucu
Maruf, en az
Beyrut’taolduğu kadar, bir anda
İstanbul'dada maruf oluverdi.
Büyük bir hızla önce
İstanbul sosyetesince maruf oldu, daha sonra
İstanbul basınınca maruf oldu, daha daha sonra da,
İstanbul polisince maruf oldu,
Maruf.
Omuzuna sanki
Zati Sungur'unsihirli değneği değdirilmiş gibi
Maruf’un, yedi tepeli
İstanbul'un en tepedeki bu üç tepesince bir anda maruf olabilmesinin tek nedeni vardı:
“Gönül Yazar.”
“Şöyle ağız tadıyla bir sevgilimiz oldu, onunla aramıza da polis girdi" diye ağlıyordu
Gönül Yazar.
Ciğerinin parça parça olmasını, yüreğinin
Sahra Çölü gibi yanmasını görmezlikten gelip, sordum
Gönül Abla’ ya:
"Bize de birşeyler öğretmiş olsana, Gönül Abla" dedim
“Ağız tadıyla sevgili ne demekmiş, nasıl olurmuş?... Bize de öğretiversene...”
Yeter ki kendisinden birşeyler öğrenmek isteyin... En acılı anında bile size dağarcığından birşeyler öğretmeye gönüllüdür.
Gönül Abla.
“Aslında (ağız tadıyla sevgili) diye birşey olmaz ama" dedi
“Herhalde sütten ağzım yana yana, sonunda ben icat etmiş oldum öyle bir tarifi...”
Ve sütten yanan ağzının ürünü olan icadını içtenlikle açıkladı:
“İnsanın zengin bir sevgilisi oluyor... Adamcağız tüm bonkörlüğüyle seni sultanlar, prensesler gibi yaşatmak istiyor... Hatta yaşatıyor da ama... Aması var işin... Adamın yaşı geçkin, Seni lüks içinde, servetler içinde yaşatıyor. Sen de onun seni böyle yaşatmasından hoşlanıyorsun ama, pek bir tad almıyorsun bundan. Neden?... Çünkü yaşı var adamcağızın. (Tık tık) diye kapısını vuruyorsun... I-ıh... Ses yok... Çünkü evde kimse yok.”
İkinci bir sevgili tipini de açıkladı
Gönül Abla:
"Bir de sen (Tık) demeden kapısını açan sevgili tipi var... Adam genç... Kendisine madem ki (evet) demişiz... Demek ki aynı zamanda yakışıklı da... Seni kollarına bir aldı mı, şuranı buranı bir sardı mı, sanırsın ki onyedisinde, hadi bilemedin, onsekizinde bir taze oluvermişsin bir anda... Adamcağızla sevişmek güzel, gülüşmek güzel, birlikte yemek, birlikte içmek güzel de... Herşeyin parasının senin cebinden çıkması güzel değil. Adam genç, adam yakışıklı, adam kapısına (Tık) dedin mi, ilkokul öğrencisi misali, yay gibi yerinden fırlıyor, (Burdayım) diyor. Herşeyi iyi, hoş,güzel de... Cebi hoş ve güzel değil... Boş ve çirkin... Adam başlıyor iki gün sonra seni tırtıklamaya... İnsanın ağrına gidiyor, sevgilisine para yedirmek... Gencinin, yakışıklısının da işte bu kusuru oluyor... Kendileri fıkır fıkır, cepleri takır tukur...”
Gönül Yazar “
ağız yakan sütler”den sonra, bu deneyimleri sonucu icat ettiği
“Ağız tadıyla sevgili" deyimini de açıkladı:
“Bir sevgili hem zengin, hem bonkör, hem genç, hem de yakışıklı ise... İşte o sevgili, (Ağız tadıyla sevgili)dir. Yalan mıyım?”
Ve yanıtımızı beklemeden, kaldığı yerden sürdürdü ağlamasını:
“Kırk yılın başında tam ağız tadıyla bir sevgilimiz oldu, onunla aramıza da polis girdi" dedi yine
“Oysa tanısaydınız siz de anlardınız hemenbir bakışta... Masumun tekidir, suçsuzun tekidir benim Maruf’um...”
Gönül Yazar‘ın “masumdur" dediği Maruf, sosyetenin kimi erkekleri ve kimi kadınları tarafından kıskanç bakışların kıskacına alınmıştı.
Gönül Yazar’la dillere destan gönül macerası yaşayan bu
Beyrut’ lu çapkına bizim erkekler,
“Dağdan gelmiş, bizim bağdaki üzümü yiyor" kıskançlığıyla bakarlarken kadınlar ise,
Beyrut'lu genç ve yakışıklı zengini "yakalayan”
Gönül Yazar’ı,
“Bu kadında şeytan tüyü mÜ var?" hasediyle süzüyorlardı.
Bu ilişkiye basın bir başka açıdan yaklaşıyor, milli enişteliğimizin ithal malı adayı
Maruf’u
"evli ve yedi çocuklu” ilan ederek, bir bit
Gönül Yazar’ın içine, bir bit de
"kız tarafı” Türk toplumunun içine atıyordu.
Türk polisi cephesinde ise
Maruf’un marufluğu, uyandırdığı kuşkudan kaynaklanıyordu.
Bu kuşku ise
Maruf’un,hani neredeyse iki günde bir
Beyrut'tan kalkıp
İstanbul'agelmesinden, burada bir ikigün kalıp, tekrar
Beyrut'a dönmesindenkaynaklanıyordu.
Türk polisinin o yıllardaki polislik ölçülerine göre, birkişi ne denli zengin olursa olsun, bir aşk uğruna kucaklar dolusu para harcayarak haftada iki günlüğüne taa
Beyrut'tankalkıp
İstanbul'agelmezdi.
Değil evli ve yedi çocuk babası zengin bir çapkın, insan
Frenklerin Romeo'su, bizim buraların
Mecnun’ u da olsa, aşk ayaklarına ne bu denli yorgunluğa girerdi, ne de bu denli çok para harcardı.
Polise şu gerçeği anlatmak olanak dışıydı:
"Ama Gönül, bu... Çengelinin menziline girmeye gör... Alimallah bir taktı mı, evli bekar, genç yaşlı, zengin fakir, çöpçü kral demez, yerkürenin yedi düvelinin neresinde olduğuna bakmaz, (Sevdim seni) dediğini, dizinin dibine getirtir.”
Gönül Yazar’ın bu yeteneğini deneyimlerine dayanarak kabul eden
Türk polisi için, onun bu tartışılmaz üstünlüğü bile Maruf’la ilgili kuşkuları ortadan kaldırmaya yeterli olmuyordu.
Türk polisinin kafasının içine bir kez
“eroin” kuşkusu girmişti ve bu kuşku şimdi, mide bulandırmaya başlamıştı.
Gazetecilerin adım adım izledikleri yetmiyormuş gibi, şimdi bir de polis başladı
Ma
ruf’u adım adım izlemeye.
Fakat sadece
Maruf eniştemiz değil, kızımız
Gönül Yazar da rahatsız oluyordu bu yakın takipten.
Gerek
Beyrut uçağında yapılan sözüm ona
“başka amaçlı” aramalar sonucu, gerek
İstanbul’dakitakip ve istihbarat sonucu
Maruf’un üstünde de, altında da, bavulunda da, arabasında da eroinin (e)sine rastlanamadı ama...
Türk polisinin gözünde yine de temize çıkamadı
Maruf.
Çünkü
Türk polisine göre,
"Kesinlikle bir numarası vardı bu adamın ama... Henüz ortaya çıkaramamışlardı.”
Hemen her polisin ezbere bildiği bir benzetme.
Maruf için de yapılıyordu:
“Hiçbir uçak havada kalmaz... Ya usulüne göre iniş yapar, ya da düşer."
Yani demek isteniliyordu ki...
Maruf denilen bu kuşku küpü adam, sonunda ya
“usulüne göre yakayı ele verecek” ya da... Hiç beklemediği bir anda ve yerde, küt diye kucağa düşecek.
Beklenti geçerliydi ama biraz fazlaca sabır gerektiriyordu. Çünkü uçağın ne usulüne göre inişe geçmeye, ne de küt diye düşmeye niyeti vardı. Uçtukça uçuyor, uçuyor, uçuyordu...
Türk polisi ise sıkıntıdan ofluyor, pufluyor, patlıyordu.
Sonunda
Emniyet Genel Müdürü Hayrettin Nakipoğlu, İskender usülü bir çözümle sorunu kestirip attı:
"Sokmayın hergeleyi Türkiye'ye" dedi.
Emniyet Genel Müdürü'nün bu emri
Gönül Yazar’ı
bir üzdü, beni bin üzdü.
Gönül Yazar Maruf’a aşık ama… Serde delikanlılık var ya.. Biz de demokrasiye aşığız.
Gönül Yazar İstanbul'dagazetecilere
"Maruf’umu Türkiye’ye neden sokmuyorlar?” diye dert yanarken, ben de
Ankara’ da
Emniyet Genel Müdürü'ne
“Marufu Türkiye’ye neden sokmuyorsunuz?" diye hesap soruyordum.
Kalemimi kasap bıçağı yapıp, demokrasi aşkım uğruna
Emniyet Genel Müdürü’nülokma lokma doğradığım yazımın gazetede yayınlandığı gün, gerek kalemimden damlayan kanlar, gerek yazımın her satırından akan kanlar kurumadan, yarım daktilo sayfası uzunluğunda bir telgraf geldi
İstanbul’dan.
“Hayırdır inşallah" deyip müvezziye gerekli bahşişi verdim ve yapıştırıldığı yerden yırtarak açtım telgrafı. Başından değil, sonundan başladım okumaya. Son iki sözcüğü
Gönül Yazar idi. Baş tarafı ise, öhö öhö,
Gönül Yazar’ ın hayatta doğru yazdığı galiba tek şeydi:
“Türkiye’nin en büyük gazetecisi” diye başlıyordu ve... Gönülden gelen bir coşkuyla demokrasi savaşımcısı bendenize, ful aksesuar yıkama, yağlama hizmetinde bulunuluyordu.
Telgraf,
“Kaç gündür yas tutulan evimize umut getirdin, mutluluk getirdin, neşe, sevinç getirdin" cümlelerinden sonra,
“Sen çok yaşa, varol" gibi alkışlarla
“Happy End” oluyordu.
Gönül Yazar'ınteşekkür telgrafını aldım.
Emniyet Genel Müdürü’ ne götürdüm,
"Hayrettin Bey, şu telgrafı bir okur musunuz, lütfen?” dedim.
Hayrettin Nakipoğlu tane tane okudu telgrafı:
"Ben Gönül Yazar’ı çok severim...” dedi
“Gerçi şahsen tanışmayız ama yakından bilirim. Saf kızdır, temiz kızdır, dürüst kızdır, erkek kızdır... Hatta tüm şöhretine ve servetine rağmen, galiba biraz da talihsiz bir kızdır...”
Genel Müdür'ün acıma duyguları harekete geçmişken, biraz da ben hareketlendirdim:
“Belli ki şimdi çok acı geçiyor ama, Hayrettin Bey...” dedim.
Kızını, kafasının yatmadığı damada kaptırmış bir baba gibi iç geçirdi Hayrettin Nakipoğlu:
“Kızımız iyidir, hoştur da” dedi
“O Maruf denilen hergele biraz midemi bulandırıyor...”
Maruf’un ne gibi bir yaramazlığı olduğunu sordum.
“Baksana, evliymiş... Üstelik yedi tane de çocuğu varmış” dedi
“Utanmıyor mu Gönül Hanım'ı oyalamaya?...”
Başladım gülmeye:
“Gönül Hanım’ı kızdırıp, ağzından ilginç sözler kapmak için bizim çocukların bir yakıştırması bu, beyefendi" dedim
“Yok böyle birşey... Adamcağız ne çocuk sahibiymiş, ne de evliymiş...”
“Peki alacak mıymış Gönül Hanım’ı?... Ciddi miymiş niyeti?...”
Maruf’unyüzünü görmemişim ki niyetini bileyim...
“İşin o yanı benim mıntıkamın sınırları dışında kalıyor, Hayrettin Bey” dedim
“İsterseniz damat adayımızı çağırttırın, ona sorun niyetinin ciddi olup olmadığını...” Hayrettin Nakipoğlu damat adayımızla değil ama gelin adayımızla yüzyüze konuşmak istediğini söyledi.
“Ben bu konuda size yardımcı olurum” dedim ve gazeteye döner dönmez,
Genel Müdür'ün davetini
İstanbul'daki arkadaşlarımın aracılığıyla
Gönül Yazar’ a ulaştırdım.
Gönül Yazar, sevebileceği bir gönül bulmaya görsün karşısında...
Gönül Yazar'lığını bırakır, gönül kazarlığına başlar ve... Sevdiği o gönüle kendi gönlünde bir yer kazar... Sonra da o yerde bir yuva yapar, sevdiği o gönülü alır, o yuvaya koyar.
Gönlündeki özel yuvasında benim
“cik cik” ettiğimi duyunca, o akşam atladı uçağa ve
Ankara’yageldi.
Memurlar sabah saat dokuz çaylarını içmeden buluştuk.
Emniyet Genel Müdürlüğü’ ne gittik.
Genel Müdür Hayrettin Nakipoğlu, makam odasının kapısında karşıladı
Gönül Yazar'ı.
Ve onu, bir babanın, dertli öz kızını dinlercesine bir içtenlikle dinledi. Daha sonra da, yine bir baba içtenliğiyle, kendi bildiği, fakat aşktan gözü kör olmuş kızının göremediği birkaç olay anlattı. Ve daha daha sonra da,
"baba nasihatı”nageldi sıra.
Emniyet Genel Müdürü Hayrettin Nakipoğlu o gün
Gönül Yazar’ a neler söyledi ise söyledi, neler anlattı ise anlattı, ne nasihatta bulunduysa bulundu...
Onların ne olduğunu sormayın benden, onların ne olduğunu anlatmamı beklemeyin benden...
İşin içine girelim derken
Gönül’üngönlüne girdiğimizle kalalım, isterseniz... Gönlüne girdiğimiz kişinin ise buradan öteye girmeyelim özelliğine.
Sadece şu kadarını söyle söyleyim:
Emniyet Genel Müdürlüğü’ nden çıktıktan sonra gazeteye geldik... Benim masamın karşısına oturdu
Gönül Yazar ve... İçini çeke, uzun uzun ağladı.
Ağlarken, bir iki kez yinelediği o baştaki sözü, şimdi çınladı kulağımda:
"Kırk yılda bir şöyle ağız tadıyla bir sevgilimiz olmuştu” dedi
“Onunla aramıza da polis giriverdi..." Etiketler:Beyrutlu damat, Emniyet Genel Müdürü Hayrettin bey, Frenklerin Romeosu, Gönül Yazar, Maruf bey, mete akyol