14 Kasım 1993
Bir “Atatürk Eri”nin Uyarısı…
Falih Rıfkı Atay, Türk basınının ilerici bir yazarı ve
Türk edebiyatının usta bir kalemi olması yanısıra ayrıca,
Türk toplumunun çağdaşlık öncüsü bir aydınıdır da.
Edebiyat Fakültesi'nden
mezun olduktan sonra 1913 yılında
Tanin Gazetesi’ nde başladığı gazete yazarlığını,
“Milli Mücadele yılları”nın Akşam Gazetesi’ nde,
Milli Mücadele düşmanlarına karşı ulusal savaşımcılığa dönüştüren
Falih Rıfkı Atay, bu yazıları nedeniyle verildiği
Divan-ı Harb’ten,
İnönü Zaferi sayesinde kurtulabilmiştir.
Falih Rıfkı Atay, Bolu ve
Ankara Milletvekili olarak bir yandan
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
görev yaparken, bir yandan da, adı sonradan
Ulus olan,
Hakimiyet-i Milliye ile
Milliyet gazetelerinde başyazarlık görevlerini yerine getirmiştir.
Çeşitli gazete ve dergilerde haftalık konuşmalar, anılar ve öyküler de yazan
Falih Rıfkı Atay, gazete yazarlığının son dönemini, kendinin de sahiplerinden biri olduğu
Dünya Gazetesi’ nde sürdürmüştür.
Gezi notları, anılar, fıkralar ve araştırmalarını yayınladığı çok sayıda kitabı vardır.
"Zeytindağı", “Çankaya”, “Atatürk’ün Bana Anlattıkları”, “Başveren İnkılapçı”, “Mustafa Kemal’in Mütareke Defteri”, “Babanız Atatürk” gibi kitapları, akla ilk anda gelen yapıtlarından birkaçıdır.
Mustafa Kemal Atatürk'ü
tüm benliğiyle anlayabilmiş ve onun güvenini kazanabilmiş bir
Yunus Nadi, bir
Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi, bir
Falih Rıfkı Atay da
"Atatürk’ün gazetecileri” tanımlamasıyla anılan onun dava arkadaşlarından biridir.
Atatürk'ü,
anlayabilmesi gerektiği özde ve biçimde anlayabilen tüm savaşım arkadaşlarından farksız olarak
Falih Rıfkı Atay da, onun sadece anılarını değil, görüşlerini de, devrimlerini de, bir inancın ödün vermez sorumluluğuyla, ilk günkü heyecanıyla ve ilk günkü dozuyla tüm yaşamı süresince korumuştur.
Üç dört hafta önce bugün, ünlü politikacımız ve devlet adamımız
Kasım Gülek’ le ilgili bir anımı naklederken, 1959
yılında onun tarafından azarlandığımın öyküsünü de açık yüreklilikle belirtmiştim.
Toroslar’da, doğduğu köy
Gülek’ te, hemşehrisi köylülerle birlikte namaz kılmak üzere hazırlanan
Kasım Gülek’in
, abdes alırken bir fotoğrafını çektiğimi ve bu fotoğrafın gazetede yayınlanmasından sonra ise onun tarafından nasıl da sert bir biçimde azarlandığımı anlatmıştım.
Aynı gezide birlikte olduğum
Dünya Gazetesi muhabiri arkadaşım
Güngör Göktan da Kasım Gülek’ in o gün abdes alırken fotoğrafını çekmiş ve bu fotoğraf da
Dünya Gazetesi’nde
yayınlanmıştı.
Kasım Gülek Ankara'da
beni azarlarken,
Dünya Gazetesi’nin sahibi ve yazarı,
Falih Rıfkı Atay da meğer,
İstanbul’da,
bu fotoğrafı gazeteye bastığı için gazetesinin yazı işleri müdürünü azarlıyormuş.
Kasım Gülek de,
Falih Rıfkı Atay da, dine son derece saygılı olmalarına karşın, hatta din konusunda derin bilgi sahibi olmalarına karşın, Allah'la kul arasında kalması gereken bu kutsal konunun, yanlış anlamalara neden olabilecek bir biçimde gazetelerde sergilenmesi karşısında,
Atatürk devrimlerinin laiklik ilkesine olan saygılarını korumak görevlerini yerine getirmişlerdir.
Bu iki
“Atatürk eri”nden
Falih Rıfkı Atay, yazı işleri müdürünü azarlamakla kalmamış,
“böyle bir fotoğrafının çekilmesine göz yumduğunu sandığı” Kasım Gülek’ i de azarlamaktan kendini alamamıştır.
Falih Rıfkı Atay’ ın bu konudaki öfkesini, o öfkeyi otuz dört yıldır unutamayan
Kasım Gülek hatırlattı:
"Merhum Falih Rıfkı Atay'ın, benim abdes alırken çekilen fotoğrafım üzerine yazdığı yazıyı mutlaka bulmalısın ve onu da yayınlamalısın” dedi.
Kasım Gülek'in
dediğini yaptım ve
Falih Rıfkı Atay’ ın
17 Ekim 1959 günü
Dünya Gazetesi’nde
yayınlanan o yazısını buldum.
Buyurun, birlikte okuyalım:
GİDİŞAT
“Vay senin valilerinden biri lisenin bir odasına mescit yapar ha, ben de sokakta abdes alırken resmimi çıkartayım da gör!
Kasım Gülek'in geçen gün bazı gazetelerde çıkan fotoğrafı aşağı yukarı bundan başka ne manaya gelir?
Telefonla yazı işleri müdürümüzü bularak bir hayli söylendik. Bu resim yüzünden kimbilir ne kadar kimsenin daha Kasım Gülek'ten sıdkı sıyrılmıştır, diye de acındık.
A efendim namaz kılacaksın, köyde bir eve gider, musluk yoksa eline ayağına su döktürür, abdestini alıp seccadeyi seriverir, namazını kılarsın. Bir sen bilirsin bunu, bir de Tanrın, sonra da o evdekiler! Gerçek bir müslüman din vazifelerini böyle yapar.
Din gösterişçiliği her şeyden önce halkı hiçe saymak demektir.
Dini gösteriş için kullanan politikacı, halkı hiçe sayar. Çünkü, yahu bizim halk değil mi bu, canlarına okur, arkasından radyoda bir mevlüt okutur, keyfine bakarsın, der. Muhalefet aydınları bunlarla yarışa mı çıkacaktır?
Biri çıkar, Anayasa'ya din maddesi koydurmağa kalkar. Elbette bir başkası da, madem ki Anayasa'da din maddesi var, Meclis’te bir de şer’iye encümeni olmalıdır, bütün kanunlar için oradan fetva alınmalıdır, der. Bir üçüncüsü ben kabinede Şeyhülislam isterim, der. Bir dördüncüsü de halifeciliğe kalkar.
Bırakın bu oyunları! Çünkü oyunların bu kadar kolayını kimse kimseye bırakmaz.
Hepiniz akıllarınızı başlarınıza toplayınız!”
Falih Rıfkı Atay’ ın otuzdört yıl önceki bu yazısını bulup, bugün yayınlamamı
Kasım Gülek acaba neden böylesine ısrarla istedi dersiniz?
Sahip olduğu demokrat kafa yapısından ötürü mü?.. Yoksa, bir
“Atatürk eri”nin
bu sözlerine bugün, o günlerden daha çok gereksinim duyduğumuzu gördüğü için mi?..
Etiketler:abdest, Ankara milletvekili, Atatürk eri, aydın, Çağdaş, din, Dünya Gazetesi, Falih Rıfkı Atay, gerçek Müslüman, Kasım Gülek, laiklik, mete akyol, namaz, öncü