31 Ocak 1993
Doktorlarımız nerdeee?..
Diş doktoru Savaş Ilgaz’ın geçen hafta okuduğunuz unutkanlık öyküsünü siz henüz okumadan, ben şimdi yeni bir unutkanlık öyküsü daha yazacağım.
Bu
haftaki kahramanımız, televizyon programları yapımcısı ve yönetmeni
Uçman Sungur’dur.
Uzun yıllar TRT'de büyük bir sabırla oluşturduğu mesleksel birikimini şimdi
Show TV’de büyük bir sabırsızlıkla tel tel çözen
Uçman Sungur, havaların pırıl pırıl olduğu geçen haftalarda bir gün otomobiliyle
Boğaziçi Köprüsü yoluna girdiğinde bir de bakmış, yürüyerek gitse daha çabuk geçecek köprüden.
Çevre yolunun
Kadıköy’e çok yakın bir bölümünden başlıyormuş on dakikada on santim ilerleyen otomobiller kalabalığı.
“İşin en akıllıcası, ilk sapağa girip, bu yoldan çıkmak” demiş kendi kendine
“Yoksa öğleye kadar zor yetişirim işe...”
Uçman Sungur, kim bilir ne kadar sürede gelebildiği ilk sapakta dediğini yapmış ve köprü yolundan çıkarak,
Üsküdar’a doğru gitmiş.
“Araba vapuruna binerim, öyle geçerim karşıya diye düşünmüştüm” dedi.
Düşündüğü gibi araba vapuruna binmek üzere iskeleye geldiğinde, öyle pek de beklemek zorunda kalmamış araba vapuruna binmek için.
“Sekiz on araç vardı önümde" dedi
“Arkalarına takıldım ve beş dakikaya kalmadan vapura girebildim.”
Vapurda otomobilini park ettikten sonra, karşıya geçinceye kadar içerde kapanıp oturmak istememiş.
"Hava o kadar güzeldi ki, bu havada hem denizde olup da hem de arabanın içinde hapsolmak günahtır diye düşündüm” dedi
“Vapurun üst katına çıkıp, bir yandan çevrenin pırıl pırıl manzarasını seyrederim dedim, bir yandan da çay içerim dedim.”
Otomobilinden inmiş, kapılarını kilitlemiş ve vapurun üst katına çıkıp, bir de çay ısmarlamış.
“Hava o kadar soğuk değildi, gökyüzünde ise tek parça bile bulut yoktu” dedi
Uçman Sungur “Bir yandan
çayımı içerken, bir yandan da pırıl pırıl güneş altında, bambaşka bir güzellikte görünen İstanbul'u seyrediyordum.”
Kişiye,
“Aman şeytan kulağına kurşun” dedirtecek bir keyiften sonra vapur
Kabataş iskelesine yanaşırken,
Uçman Sungur küpeşteye yaslanmış, vapurun iskeleyle arasında oluşturduğu köpükleri seyretmiş bir süre de...
“Her zaman eleştirmişimdir, vapur tamamen yanaşmadan sahile atlayanları” dedi
“Koca koca adamlar, ayakları bir kaysa kendilerini suların dibinde bulabilecekleri bu tehlikeli oyunu oynayarak garip bir telaşla vapurdan atlıyorlardı.”
Uçman Sungur, bu aceleci kişilere içinden söylene söylene aşağı inmiş ve... Sahile çıkmak için vapurun iskeleye tamamen yaklaşmasını bekleyen kişilerin arasına karışmış.
Sonra da, bir vapurdan nasıl çıkılması gerektiğini bilen kişilerin ciddiyetiyle, hiç de acele etmeden, hiç de kimseyi itmeden ağır ağır çıkmış karaya.
"Bomboş dolmuşlar, sıra sıra bekliyorlardı iskelede” dedi
“Vapurdan inen birkaç kişiyle birlikte ben de indim o dolmuşlardan birine ve işime geldim.”
Uçman Sungur, ancak akşam olduğunda hatırlayabilmiş, arabasını araba vapurunda unuttuğunu.
Tefe koyarlar diye kimselere bir şeyler söyleyememiş... O nedenle kimselerden yardım da isteyememiş...
Denizcilik İşletmesi’ne başvurmayı düşünmüş, düşünmekle vazgeçmesi bir olmuş.
Bir kere,
“Vapurunuzda arabamı unuttum... Acaba bir gören, bulan oldu mu?” diye kimseye soramazsın…
“Bize ne soruyorsun, kardeşim... Git, kayıp eşya bürosuna sor” diye yanıt verirler adama.
“Kim bilir adamlar, İstanbul kazan kendileri kepçe beni arıyorlardır her yerde” diye geçirmiş içinden
“Bir ellerine geçirseler, suyumu çıkarırlar, vallahi... Hiç onlara başvurulur mu?”
Kara kara kapkara düşünürken, şeytan bu ya, polise
başvurmayı getirmiş aklına.
“Önce aklıma yattı polise başvurmak ama sonunda ondan da vazgeçtim” dedi
Uçman Sungur" Çünkü o gün benim unutkanlığım yüzünden polisin öylesine korkunç senaryolar oynamış olabileceğini düşündüm ki...”
Öncelikle, araba vapurundaki öteki arabaların rahatlıkla çıkmalarını engellediği sahne gelmiş gözlerinin önüne...
"Kim bu arabanın sahibi?” diye aralarına biraz da küfür karışan bağrışmaların, bir süre sonra
“Bir anarşistin arabası olabilir bu... Vapura sabotaj düzenlenmiş olabilir... Arabanın içinde bomba olabilir” kuşkusuna ve korkusuna dönüştüğünü de görür gibi olmuş.
Ve bu hayali sahneyi, öteki hayali sahneler izlemiş.
Kaptanın derhal polise telefon edişi sahnesi... Polisin gelişi, olayı önce saptaması, sonra bomba imha ekibini çağırması... Bir bombanın bulunabileceği olasılığı karşısında gerekli önlemlerin alınması... Vapurun, denizin ortasında bir yere çekilerek, içindeki arabanın bagajındaki olası bombanın patlatılma öncesi hazırlıkları...
Uçman Sungur, kafasından geçirdiği bu sahnelerin ürkütücü etkisi altında paniğe kapılmak üzereyken, özüne ve sözüne çok güvendiği bir arkadaşına açmış derdini:
“Çaresiz kaldım” demiş
“Çıldıracağım neredeyse..."
Arkadaşı bir anda çaresini bulmuş bu garip derdin:
“Hemen polise telefon et ve sabah evinin önünde bıraktığın otomobilinin akşam döndüğünde yerinde olmadığını bildir” demiş
“Otomobilimin çalınmış olmasından korkuyorum gibilerden bir iki cümle de söyle...”
Uçman Sungur’un sonunda otomobiline kavuştuğunu biliyoruz ama...
Kime başvurduğunu, nasıl başvurduğunu, kime ne söylediğini, kimden ne dinlediğini bilmiyoruz...
Kim bilir... Bakarsınız bir gece bu öyküyü televizyon ekranında seyrederiz de, ancak o zaman öğrenebiliriz belki, bu durumlarda neler yapmamız gerektiğini doktorumuz gelinceye kadar...
Etiketler:Otomobil, Öykü, Uçman Sungur, Unutkanlık, Üsküdar, Vapur, Yönetmen