10 Ocak 1993
KİT var “For Sale”…
Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında
Türkiye'nin yükünü omuzlayan
KİT'ler, şimdi Türkiye'nin sırtına yük olmuşlar.
O yıllar
Türkiye'yi ayakları üstüne kaldıran
KİT'ler, şimdi aynı Türkiye'yi batma noktasına getirmişler.
Övelim mi, dövelim mi, sövelim mi?
"Bu KİT’lere ne yapmalı?" diye, söz gelimi, düşünürken birden, sözüm ona, düşüncelerimizin hedefini değiştirdik.
“Bu KİT’lere ne yapmalı?" yerine şimdi,
"Bu KİT'leri ne yapmalı?" diye, laf işte, düşünür olduk.
Daha kolay anlaşılması için,
"bugünün kuşağının dili" ile de söyleyelim:
“Bu KİT’lere ne yapmalı?" artık
“out” oldu. "
Bu KİT'leri ne yapmalı?" şimdi
"in” oldu.
Siyasal partilerin genel başkanlarının çağdaşlığını, gençliğini ve dinamizmini onların kafalarının içlerinde aramak yerine, popolarındaki pantolonun blue-jean olup olmamasında arayan bir kuşağa anlatabilmek biraz güç olacak ama, deneyelim:
Geçen hükümet de gelen hükümet de
“Bu KİT'leri ne yapmalı?" sorusuna hep, aynı yanıtı verdiler:
"Vurun kellesini" dediler Yani
"Cut'ınız his head" demeye getirdiler sözü. Tam
KİT'lerin
head'ini
cut edeceklerken...
Suddenly durdular.
Nedeni de
very basitti:
“Because, o KİT'lere yerleştirdikleri seçmen brother’ları işsiz kalacaklardı.”
Hiçbir
politician ise kendine
election kazandıran seçmenlerini işsiz bırakmak istemezdi, elbette. Hele hele o seçmenlerini bir de, o
KİT' lere seçim sonrasının
thank you very much'ı olarak yerleştirmişse…
İşte,
because of bu
reason, geçen hükümet de, gelen hükümet de, bol bol nutuk vermelerine karşın, bu
KİT meselesine parmaklarının ucuyla bile bir türlü
touch edemediler.
Aslında
KİT' ler, kendilerinden şikayet edildiği kadar
very bad midirler? Şayet öyle olsalardı,
1923’lerden
today' e nasıl
come edebilirdik?
O yıllarda süper market'in değil işletmeciliğini öğrenmek, adını bile duymamış bir mahalle bakkalından mı bekleyecektik,
for example, bir Etibank' ın yaptığı görevi?
Life' ının o yıllarına değin
Ankara ve
Çankırı dışına çıkamadığı için,
naturally, deniz de görememiş bir
enterpriser heveslisi mi akıl edecekti ve becerebilecekti, denizyollarını kurmayı ve işletmeyi?
Ya, zamanın
Prime Minister' ına, göğsünü kabarta kabarta nutuk atabilme
hope' u veren
Sivas Cer Atölyesi' nin bağlı olduğu
Turkish State Railways' i kim kurabilecekti, kim işletebilecekti,
KİT'ler olmasaydı?
Ya,
Pi Ti Ti’... Kimimiz vardı o yıllarda, yirmi metrede bir telgraf direkleri sıralayabilecek, yol boylarınca?
Aslında
KİT'ler,
were not all that bad. They were güzel amaçlarla kurulmuşlardı, güzel amaçlarla görev yapmışlardı ama...
Onları biz
“For Sale"lik durumlarına getirdik.
Seçim kazanan
every party, seçiminde kazanamayan adaylarına birer
board of directors üyeliği ikram etti, kendilerin kazandıran seçmenlerinin işsiz yakınlarına ise, kalınlıkları ölçüsünde, müdürlükten odacılığa kadar birer
salary ikram etti.
Therefore filmin sonu da, tabii ki,
Happy End'li bir son olamadı.
Şimdi
Pi Ti Ti ye telefon edip, bilinmeyen bir
number sormak istiyorsunuz, değil mi?
Telefonunuzun karşı tarafta çalan zilini dinliyorsunuz, dinliyorsunuz, dinliyorsunuz önce... Ve bir makineyle karşılaşıyorsunuz sonra:
“Sayın abonemiz, sıfır onbir kanalları tamamen doludur. Lütfen beklemeye devanı ediniz... Hatlar boşaldığı zaman size cevap verilecektir."
Bir süre daha bekledikten sonra, bu kez "canlı yayın" yapan
the operator çıkıyor karşınıza:
“Evet, söyleyin..."
Beklemediğiniz sertlikte bir ses tonuyla karşılaştığınızda önce irkiliyor, sonra ezile büzüle söylüyorsunuz, numarasını aradığınız kişinin adını ve soyadını:
"Orhan Şahin, efendim.” diyebiliyorsunuz.
Bir tokat daha geliyor karşıdan:
“Adı mı Şahin, soyadı mı Şahin?"
Hanım kıza
"Orhan'ın aslında kendi şahindir" demek var ama... Biliyorsunuz ki o zaman işiniz hepten olmayacak.
Çaresiz,
the operator'ın o tokat atarcasına sertlikteki sorusuna, yumuşak yumuşak yanıt veriyorsunuz:
"Soyadı Şahin, efendim..." diyorsunuz yine ezile büzüle
“Orhan ise, adı...”
Bizdeki de boşboğazlık işte... Hanım kızımız bize
“Şahin"i sordu. Biz
"Şahin" in soyad olduğunu söyledikten sonra tuttuk, kızcağızın sormadığı soruyu da yanıtladık:
“Orhan ise, adı" dedik. Ve de tabii, halt ettik.
Vay sen misin
the operator'ın sormadığı soruya yanıt veren? Tokat sertliğindeki konuşma yerine, bu kez al sana bir yumruk şimdi:
"Soyadı Şahin olduğuna göre, Orhan ise elbette adı olacak...
Utanmıyor musunuz dalga geçmeye?"
Özür dilememizi dinlemeden bir yumruk da bu yandan geliyor şimdi:
“Nerede oturuyor bu Orhan Şahin?"
"Karşıda, efendim.”
Biz de oturduğumuz yerde kaşınıyoruz, vallahi... Hanım kızımız haklı:
"Ben şu anda sizin nereden telefon ettiğinizi nereden bileyim ki, karşıda derken ne demek istediğinizi anlayayım? Açık açık söyleyin... Kadıköy yakasında mı, yoksa..."
Bu kez biz onu daha fazla yormadan yanıtlıyoruz:
“Kadıköy yakasında oturuyor, efendim..."
Ya üç, ya dört saniye sonra, son salvo da geliyor:
“Valla, en az yirmi tane Orhan Şahin var karşıda... Ben ne bileyim hangisi sizin aradığınız Orhan Şahin... Siz en iyisi o Orhan Şahin'in ev adresini öğrenin önce de, biz de o zaman telefonu numarasını bildirelim size...”
Cumhuriyet in kuruluş yıllarında Türkiye'nin yükünü omuzlayan
KİT'ler, şimdi
Türkiye'nin sırtına yük olmuşlar. O yıllar
Türkiye'yi ayakları üstüne kaldıran
KİT'ler, şimdi aynı
Türkiye'yi batma noktasına getirmişler.
"Övelim mi, dövelim mi, sövelim mi?..." diyeceğim ama…
KİT' lerin ne günahı var, Allahaşkına?
Politikacımızdan, odacımıza kadar öylesine bir ağırlıkla oturmuşuz ki üzerlerine... İlgisine de, bilgisine de, toplum sevgisine de bir türlü alışamadığımız bir kuşakla öylesine sarıp sarmalamışız k,ı dört bir yanlarını... Galiba biz
KİT'lerin yükünden değil,
KİT'ler bizim yükümüzden kurtulacaklar, bizim yüzümüzden satılınca.
Etiketler:Cumhuriyet, hükümet, İngilizce, KİT, Kuruluş, operator, politikacı, santral, yük