25 Nisan 1993

“Konuşan Türkiye”mi, “Heavy Metal Çalan Türkiye” mi?…

    Sıkıntılarından kur­tulamayan Hamlet, çıldırmaya az kalın­ca, “To be or not to be” diyerek hafiften hafiften soğuk al­gınlığı sinyalleri vermeye başlamıştı ya... Aman bir yanlışlık yap­mış olmayalım ama... Benzer sinyalleri bugünlerde “akıl­ları henüz başlarında olan" kişilerden de duyarsanız, sa­kın şaşırmayın. Hamlet’ i göreceksiniz, onların çaresizliğinde. Shakespeare eğer bugün­lerde yaşıyor olsaydı ve üste­lik bir de Türkiye’de yaşıyor olsaydı, yüzyıllar önce Dani­marka Prensi Hamlet’ e söy­lettiklerini, üç aşağıdan, beş yukardan törpüleyerek, üstü­ne de biraz sos dökerek, tuz ekerek, şimdi de Türkiye Başbakanı Süleyman Demirel'e söyletirdi. Prensleri, prensesleri... Kralları, kraliçeleri... İmpara­torları, imparatoriçeleri en mahrem sırlarına girebilecek denli yakından tanıyabilen Shakespeare, hiç kuşkunuz olmasın, sadece bir başbakan olmasına karşın Süleyman Demirel'i de çok yakından tanımış olacaktı ve... Onun, Hamlet’ le ortak bir yanını da hemen keşfede­bilecekti. “Sen de ancak nutuk atarak, bol bol konuşarak kurtulabilirsin sıkıntıların­dan, Sayın Demirel" diyebi­lecekti “Gel sana da bir tirad attırayım da, (Haber­lerdeki gibi yarım saatte kaybolmak yerine, Hamlet’ inki gibi yüzyıllar boyun­ca tazeliğini korusun.” Shakespeare, Hamlet' e yakıştırdığı taktikleri, Baş­bakanımız Süleyman Demirel'e uygulamaya elbette bo­şu boşuna zahmet etmezdi. Danimarka’nın toy deli­kanlı prensi Hamlet’ le, Tür­kiye’nin çeyrek yüzyıllık koskoca başbakanı arasında­ki farka elbette saygı göste­rirdi. Vaktiyle Hamlet’ in eline verdiği kuru kafa yerine şim­di Süleyman Demirel’in eli­ne zarif bir televizyon mikro­fonu tutuştururdu ve... Sonra da “Go Süleyman, go...” deyip, marşına basar, gazını verirdi. Başbakan Demirel’in sı­kıntısını giderici bir tirad yazmadan önce Shakespea­re, sıkıntının kaynağının ne olduğunu elbette öğrenmek isteyecekti. Başbakan Demirel ise, karnının hangi noktasının ağrıdığını doktoruna açık açık söyleyen bir hasta içten­liğiyle, içindeki sıkıntısının nedenini Shakespeare’ e iç­tenlikli bir brifingle şöyle açıklayacaktı: “Şu andaki sıkıntım,adı kimine göre (özel radyo), ki­mine göre ise (yasadışı rad­yo) olan ve aslında (Ben yap­tım oldu) yöntemiyle yayın yapan radyolardan yanadır, Sayın Shakespeare” derdi “Özellikle genç kuşak ve ge­nellikle de genç kuşak gibi görünmeye hevesli kuşak, bu radyoların kapatılmasıy­la Türkiye’nin (çok sesli) dö­neminin bittiğini ve (tek sesli) döneminin başladığını ileri sürerek, beni sıkıntıya sokuyorlar.” Shakespeare bu noktada kesinlikle şöyle bir soru sora­caktı;. “Ülkenizdeki tüm siyasal partiler, seslerini bu radyo­lar aracılığıyla mı duyuru­yorlardı?” diyecekti “Bu rad­yolarda ne tür yayın yapılı­yordu?” Başbakan Demirel, Shakespeare’ in bu sorusunu bi­raz ezile büzüle yanıtlayacak­tı: “Bizde öyle her önüne ge­len siyasal partinin,görüşle­rini radyolarda uluorta açıklaması gibi bir adet yok­tur, Sayın Shakespeare" de­mek zorunda kalacaktı “Bu radyolarda heavy metal mü­zik çalınırdı, (Ali That Jazz) çalınırdı, pop müzik çalınırdı, Türkçe duyuruların ara­sına (O yes)ler serpiştirilir, onlar söylenirdi, Ameri­ka’daki, İngiltere’deki, Al­manya’daki, Fransa’daki (Top Ten) listesindeki şarkı­lar çalınırdı, TRT’nin dene­timinden geçemeyen şarkı­lar çalınırdı, vesaire, vesaire yani...” Bunları duyunca Shakespeare saf saf soracaktı: “O halde niçin kapattı­nız bunları, Sayın Demirel?” diyecekti. Demirel de saf saf yanıt­layacaktı: “Biz bu radyoları kapat­makla, aslında onların açılmalarına ses çıkarmama ha­tamızı kapatmak istemiş­tik” diyecekti. Shakespeare daha fazla brifinge gerek duymayıp, Başbakan Demirel’in sıkın­tısının reçetesini hemen ka­leme alacaktı: “To be çok sesli, or not to be çok sesli... Türkiye’nin tek sorununun bu olduğu, sıkıntınızdan belli...” diye­cekti ve şöyle sürdürecekti çağdaş tiradını: “Çalın keratalar, çalın... Heavy metal de çalın, heavy rock da çalın, ne halt çal­mak isterseniz hepsini ça­lın, aksırıncaya kadar çalın, tıksırıncaya kadar çalın” de­mek mi? ... Yoksa, “Burası bir hukuk devletidir... Kanunsuz bir iş yaptığınıza göre, babadan da bu cezayı alın” demek mi daha demokratik bir davra­nıştır, Ya Rabbim?... Bugünlerde Başbakan Süleyman Demirel’in “To be tek sesli or to be çok sesli” diyerek kendi kendine ko­nuştuğu yolunda haberler gelirse kulağınıza, bilin ki adamcağızın da tepesinin ta­sı atma noktasına gelmek üzeredir. Bir yandan “Heavy metal”ciler, bir yandan “Top Ten”ciler, bir yandan “İlahi”ciler “tek ses” olup, “Çok seslilik” isterken, bir yandan da gazete yazarından, başba­kan adayına kadar sorumlu çok kişi sütunlarına, yakala­rına kara kurdelalar bağlar­ken... Ve “Susan Türkiye iste­miyoruz” deyip, “Konuşan Türkiye” de değil, sadece “Şarkı çalan Türkiye" iste­yenlere bakıp bakıp, nere­deyse hep birlikte "Oynat­maya az kaldı" diye bağırıp, doktorumuzu aramaya başla­yacağız  “Nerde?" diye diye dövünerek...

Etiketler:, , , , , , ,

YASAL UYARI: Bu sitede yer alan tüm içerik, METE AKYOL'a aittir. METE AKYOL'un yazılı izni olmadan, bu içeriğin kopyalanması, imzalı veya imzasız kullanılması, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

Menu Title