06 Şubat 1994
“Şehrin delisi” kişiler yine ortalıkta…
Hemen her ilimizde en az birer tane bulunan
“Şehrin delisi” tipinin kökleri,
Şirket-i Hayriye vapurlarının
İstanbul sahillerinde ilk görüldüğü günlere uzanır.
Bu vapurların suda batmadan bir sahilden öteki sahile gidebilme özellikleri,
İstanbul'da
kimi kişilerin kafalarının içlerinde büyük fırtınalar yaratmıştır.
Aslında içlerinden çoğu halim, selim, uslu, terbiyeli yaradılışta olan bu kimi kişilerin,
"günün ilerleyen saatlerinde" giderek birer
“Şehrin deli”sine dönüşmelerinin tek nedeni, çağın teknolojisinin ulaştığı
“akıl erdirilemez, kafaya sığdırılmaz" üstünlükteki gelişmedir.
Şirket-i Hayriye vapurları, bir yandan kişileri
İstanbul’un
bir sahilinden öteki sahiline taşırlarken,
İstanbul’un
halim, selim, uslu, terbiyeli yaradılıştaki bu kişileri için ise ayrıca, birer
“seyirlik malzeme” de olmuşlardır.
Halim, selim, uslu, terbiyeli bu kimi kişiler, deniz kenarında bir taş üstünde uslu uslu oturup, bir yandan vapurların suyun üstünde bir kuğu gibi süzülüşlerini seyrederken, bir yandan da, koskoca bir konak büyüklüğündeki bu koskoca vapurların denizde nasıl da batmadan durabildikleri konusunda kafa yormaya başlamışlardır.
Henüz
Arşimed adını ve
“Evreka” sözcüğünü duymadıkları için de geminin, bir fizik yasası üzerine oturduğu için suda batmadığını bir türlü keşfedememişler ve...
Sonunda, sağ ellerinin baş parmakla işaret parmağını doksan dereceli açı oluşturacak biçimde açtıktan sonra, baş parmaklarını çenelerinin altına, işaret parmaklarını da burunlarının ucuna dayayıp, ağızlarıyla
“Vuuu... Vuuu...” sesi çıkarıp, bu sesi vapur düdüğü, kendilerini de birer vapur yapmışlardır.
Vapurların sürekli yolcuları, vapur düdüğü sesi çıkararak meydanlarda, sokak aralarında dolaşan bu kişileri zaman zaman vapur kaptanlarına şikayet etmişlerdir, bunların ayak altından temizlenmesini istemişlerdir ama Bu şikayetleri de, bu istekleri de hep sonuçsuz kalmıştır.
Çünkü vapur kaptanları bu kişileri bir türlü ciddiye almamışlardır.
“Ne zararları var, canım” demişlerdir ve... Hatta şöyle bir öğüt bile vermişlerdir:
“Onları gördükçe, siz de herkesin yaptığını yapınız, siz de gülmenize, eğlenmenize, bakınız...”
"Şehrin delisi” tipinin toplumsal tarihimizdeki gelişmesinin jenerik öyküsü, işte böyledir.
“Yüzyılın ilerleyen yıllarında” teknoloji yeni ürünler üretmeye başlayınca, sokak aralarında koşuşturan
“Şehir delileri’’nin
“Vuuuu... Vuu- uu...” sesli vapur düdüklerinin yerini bu kez,
“Düüüt... Düü- üt...” ve
“Vonk... Vonk...” sesli otomobil kornaları aldı.
Vapurların nasıl da batmadan su üstünde durabildiklerinin sırrını bir türlü keşfedemeyen
“Şehrin delisi” kişiler, kendilerini bu kez çağın yepyeni ve bambaşka bir harikasının, kesinlikle keşfedilmesi gereken taptaze heyecanının ortasında buldular.
Çözülemeyen sırlarıyla gelen vapur gibi, çağın gelişmiş teknolojisinin bu taptaze ürünü
“otomobil" de kendine özgü sırlarıyla girmişti aramıza.
Tekerleklere hız veren gaz pedalı, tekerlekleri durduran fren ve...
Direksiyonu istenilen yöne çevrildiğinde, kendi de o yöne giden otomobil, çözülemeyen bu sırları barındıran
“sır küpü" özelliğiyle, toplumsal yaşamımıza yeni yeni
“Şehrin delisi” kişiler kazandırdı.
Eline yuvarlak bir teneke sahan geçiren kişi, o sahanı direksiyon yapınca ve ağzıyla da
“Düüüt... Düüüt” ya da
“Vonk.... Vonk...” sesleri çıkarınca, bir anda kendini de çağın en son harikası bir otomobil yapabiliyordu.
Böylesi otomobilleri olan bir trafik düzeninin, elbette kendine yakışan düzeyde trafik polisleri de olmalıydı ve oldu da.
Başına beyaz bir kasket geçiren
“Şehrin delisi" kimi kişiler, otomobil olmaktan vazgeçtiler, otomobilleri yöneten trafik polisleri oldular.
Şoförler ve hatta yolcular, bu tür otomobilleri ve bu tür trafik polislerini, gerçek trafik polislerine şikayet ettiler ve onlardan, toplum içinde birer ayakbağı olan bu tipleri artık ortalarda dolaştırmamalarını istediler.
Fakat hiçbir trafik polisi, onların bu şikayetlerini ciddiye almadı, bu isteklerini yerine getirmeye gerek duymadı:
“Gariplerin size ne zararı var, Allahaşkına?” dediler ve... Onlar da bir öğütte bulundular:
"Siz de herkesin yaptığı gibi yapsanıza" dediler
“Onları seyredip, seyredip, siz de gülmenize, siz de eğlenmenize baksanıza...”
Şirket-i Hayriye vapurlarıyla başlayıp, otomobillerle süren bize özgü bu toplumsal oluşum, şimdi çağın en yeni harikası
‘“televizyon” nedeniyle sürdürüyor.
Televizyonun
“ne" olduğunun,
"niçin" var olduğunun,
"nasıl" yaşadığının,
“nereye" uzandığının,
“kime" ulaştığının sırrını bir türlü akıllarına sığdıramayan çağdaş
"Şehrin delisi” kimi kişiler, aynen hemcinsleri
“vapur”ların.
"otomobiller”in,
“trafik polisleri”rinin izlediği yöntemi izliyorlar ve...
Kendi kendilerini
“Televizyon röportajcısı" sanıp, ne olduğu anlaşılamayan kendilerine özgü sesler çıkararak, ortalıkta dolaşıyorlar ve hatta... Bu ülke halkının yönetiminden sözüm ona sorumlu kişileri bile kendilerine inandırdıklarına bizi de inandırmaya çalışıyorlar.
"Şehrin delisi” bu kişilerden rahatsız olan akılları başlarındaki kişilerin bir zamanlar kaptanlara, daha sonraları trafik polislerine yaptıkları şikayetin aynı, şimdi bize yapılıyor.
Bu şikayet sahiplerine biz de aynen, o kaptanlar, o trafik polisleri gibi karşılık veriyoruz:
"Gönüllü bir eğlendirici ve bedava bir eğlence bulduğunuza göre, siz de başkaları gibi yapınız” diyoruz
“Onları seyredip seyredip, siz de eğlenmenize bakın, siz de gülmenize bakın...” Etiketler:eğlendirici, gönüllü, İstanbul, mete akyol, Otomobil, Şehrin delisi, seyirlik, Şirket-i Hayriye, televizyon röportajcısı, trafik polisi, vapur sesi