01 Ocak 2013
Prof. Haberal’ın Yeni Kitabı: BELGELER ve GERÇEKLER
Biz ziyaretçiler için Silivri’de her Çarşamba “özel” bir gündür ama, ayın ilk Çarşamba’sı, haftanın her Çarşamba’sından daha da “özel” bir gündür.
Ayın otuz gününün bir Çarşamba’sını, haftanın yedi gününün Çarşamba’sından
“daha özel” yapan özelliği, açıklığıdır.
Her ayın ilk Çarşamba’sı, Silivri’de
“açık görüş” günüdür, çünkü.
Ayın öteki Çarşamba’larının
“geride” kalmalarının nedeni, ortak
“özelsizlikleri”dir. Onların bu
“özelsizlik özelliği”nin nedeni ise, ortak
“tatsız tuzsuz”luklarıdır.
Çünkü ayın öteki üç Çarşamba’sındaki görüşmelerin adı
“kapalı görüş”tür ve ses geçirmez bir cam bölmenin iki tarafına alınan ziyaretçisiyle, özlemi arasında, kendilerine özgü bir dille yapılır.
Onlar birbirleriyle kaş göz ve el kol hareketleriyle selamlaşırlar, ağızlarını oynatarak, dudaklarını eğip, büküp, uzatarak gülücükleşirler, öpüşürler, kendi kollarını kendi göğüslerinde kavuşturarak kucaklaşırlar ve…
İçine kimbilir kaç kulağın sığdırıldığı birer metrelik kabloların uçlarındaki telefonlarla birbirlerine kimbilir neyi nasıl söylerler, asıl söylemek istediklerini kimbilir kimlerden, kimbilir nasıl gizlerler.
Demir parmaklık gölgelerinin ve cam bölmeye yansıyan demir parmaklıkların bebek avucu büyüklüğündeki boşluklarından sızan ışıklarla, demir parmaklıkların gölgelerinin gözlerdeki nem birikintilerini belli etmemesi, bu tatsız tuzsuz görüşmelerin tek güzel yanıdır.
“Belgeler ve Gerçekler” adı, bir bölümü ayın ilk Çarşamba’sında, bir bölümü ayın öteki üç Çarşamba’sında
Prof. Dr. Haberal’la görüşmelerimiz sonunda oluştu.
Prof. Haberal, cezaevindeki üçüncü kitabını hazırlamış, sıra, birkaç gün sonra
“doğacak bebeğe” verilecek adın saptanmasına gelmişti.
Ben,
“Belgelerle Gerçekler” olsun istiyordum, özlemim
Haberal ise,
“Belgeler ve Gerçekler” olsun adı diyordu.
Sonunda ben, gerekçemi açıklamak gereği duydum:
“Fakat Değerli Hocam, belge, bir gerçeğin ifadesi, kanıtı, hatta gerçeğin ta kendisi değil midir?” dedim. “Bu kitap tümüyle belgelerden oluştuğuna göre ve ‘Belgeler’ de, bir açıdan ‘Gerçekler’in kanıtları olduğuna göre, ‘Belgeler ve Gerçekler’ yerine ‘Belgelerle Gerçekler’ dememiz daha doğru olmaz mı?”
Prof. Haberal da, kendi gerekçesini açıkladı:
“Burada çok önemli bir noktaya özellikle dikkat etmeni istiyorum” dedi ve şöyle sürdürdü sözlerini:
“Bir bakıma haklısın, aslında belge ‘Gerçeğin kanıtıdır’ ancak, bu kitaptaki kimi belgeler, ünlü yazar Shakespeare’in ‘Gece hırsızın, ışık hakikatin dostudur’ sözünü doğrular niteliktedir. Bu kitapta, sağlık durumum ile ilgili olarak düzenlenen belgelerle, kamuoyundan uzun zaman gizlenmeye çalışılan ya da çarpıtılan gerçeklerin, ilerleyen zaman içerisinde nasıl daha fazla gizlenemeyip, aynı kurumlar tarafından açıklanmak zorunda kalındığını, okuyucuya yorumsuz olarak aktarmaya çalıştım. Bu nedenle de kitaba “BELGELER VE GERÇEKLER” adını koyarak, ‘Hangi belgelerin gerçeğin kanıtı’, hangi belgelerin ise ‘Gerçeğin inkarı’ için düzenlenmiş ‘Belgeler’ olduğunu, okuyucunun takdirine bıraktım.”
Sayın Haberal’ın bu açıklamasından sonra,
“her belgenin, her zaman” gerçeğin kanıtı olmadığının yanısıra, bir başka gerçeğin daha ilk kez ayırdına vardım.
Karşımda şimdi, gözle görülebilen, elle tutulabilen, ayrıca Cumhuriyetimizin hiçbir döneminde hiçbirimizin, hiç de tanık da olmadığımız, alışık da olmadığımız bambaşka bir gerçek vardı. Adını da koydum o gerçeğin,
“garip bir devlet gerçeği” dedim adına.
A4 boyutlu kimi dosya sayfaları, gerçeklerden tümüyle uzakta olmalarına karşın, kimi devlet görevlilerince
“Belge” kimliğiyle ileri sürülmüşler, yine onlar tarafından kendilerine özgü dünyalarının, kendilerine özgü
“kuralları” çerçevesinde
“gerçek belgeler” olarak kabul edilmişler ve ileri sürüldükleri belge kimlikleriyle, devlet bürokrasisi çarkında, “ciddi ciddi” işleme konulmuşlardı.
Başkent Üniversitesi’nin, Türkiye’nin çeşitli bölgelerindeki kuruluşlarına şahsen ya da epostayla başvurarak ücretsiz olarak edinebileceğiniz
“Belgeler ve Gerçekler” kitabı, hayretle göreceksiniz, başından sonuna değin, gerçek olup olmadıklarına aldırış edilmeden, devlet bürokrasisi çarkında
“ciddi ciddi” işleme konulmuş
“resmi” belgelerden oluşmaktadır.
Önlerine sedyeyle getirilen
Prof. Haberal’ı,
“Aramızda hukuki süreç var” diyerek muayene etmeyeceklerini söyleyen, bu kararlarını da resmi bir yazıyla bildirmekte sakınca görmeyen doktorlardan tutun da, meslekten men edilme cezası almalarına karşın Adli Tıp’ta görev yapabilen ve kendisini muayene etmemelerine karşın
Prof. Haberal’la ilgili Adli Tıp Sağlık Raporu’na imza atabilen
“eski” doktorlara kadar öyle çok değişik yapıdaki devlet görevlilerinin imzalarını taşıyan
“belgeler” var ki… Bu belgelerin
“aslının aynı örneklerini” görünce gözlerinize inanamayacaksınız.
Son kitabının adını oluşturan
“BELGELER” ve
“GERÇEKLER” sözcükleri gerçekte,
Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın hukuksal hiçbir gerekçe gösterilmeksizin yaklaşık dört yıldır devam eden
“Haksız tutukluluk” sürecinde, onun
“Yaşadığı gerçekler”in apaçık, yadsınamaz
“belgeler”idir ve ayrıca…
Cumhuriyetimizin hiçbir döneminde hiçbirimizin, hiç de tanık da olmadığımız, alışık da olmadığımız
“garip bir devlet gerçeği”nin de somut belgeleridir.
Etiketler:açık görüş, Başkent Üniversitesi, Belgeler ve Gerçekler, devlet gerçeği, kapalı görüş, Prof. Dr. Mehmet Haberal, Shakespeare, silivri