Yaz aylarının gelmesini çok seviyorum ama, yaz geldi diye dostlarımın tatile gitmelerini hiç sevmiyorum. Onların tatile gitmeleri kendileri için belki bir dinlence oluyor ama, açıkça söyleyeyim, benim için tam anlamıyla bir işkence oluyor; kimsesizliğim dikiliyor karşıma, tüm yaz ayları boyunca kimsesizliğimle tek başıma kalıyorum.
Ve tüm uğraşıma karşın yapamıyorum, beceremiyorum, bir türlü alıştıramıyorum kendimi onlarsızlığıma da, kimsesizliğime de.
Onlarsız kaldığımda, bunaltıcı yaz sıcaklarına kafa tutan deniz, güneşin yakıcılığına kalkan oluşturan orman ve tüm gün ettiklerinin günahı adına özür dilercesine esen akşamüstü esintisi de tüm anlamlarını yitiriyorlar.
İki ya da en fazla üç kulaçtan fazlasını atmak gelmiyor içimden denizde. Çam ağaçlarının oluşturdukları ormanın tertemiz havasında, ağaçların güneşi örttükleri yerin gölgeliğinde yürüyüş yapmanın da bir anlamı kalmıyor.
Üzerimdeki sıcaklığı keseleyip atan denizin rahatlığını da, ciğerlerimde bayram havası estiren ormanın serinliğini de duyumsayamıyorum, dostlarımsız kaldığım kimsesizliğimde.
Ne bedensel bir rahatlığım, ne içsel bir mutluluğum var. Zaman zaman “Batsın bu dünya” türünden şarkıların, beynimin kıvrımları arasında kalmış kırıntıları dökülüyor dudaklarımdan. Sonra üzülüyorum mırıldanmalarımdan, bin pişman oluyorum dünyaya beddua okumuş olmamdan.
Oltamın ucuna takılan gelincik bile, kazanılması hiç de kolay olmayan bir deniz zaferinin sevinç kıpırtısını oluşturamıyor yüreğimde.
“Gel atalım bunu deniz, Oğuzhan kardeşim” diyorum.
O benim içimdeki kıpırtısızlığı yüzümde görüyor, ben onun yüzünde, benim yüzümde göremediklerini görüyorum.
“Atalım diyorsanız, atalım” diyor uysal uysal.
Denizin de tadı yok, ormanların da tadı yok, hatta, geçmek bilmeyen günlerinin sıralandığı takviminin de tadı yok, dostlardan uzak, dostlardan ayrı geçen yaz aylarının.
* * *
Batmasın şu dünya ama, bitsin dostlarsız geçen yaz ayları, bitsin dostların sözümona tatilleri, sözümona dinlenceleri…