01 Eylül 2011

“Ufak Bir Müdahale…”

Girip çıkan her faninin, “Allah buraya düşmanımı bile düşürmesin” dediği Metris Cezaevi’nde,yüzüne demir bir kapının kapatıldığı dokuz metrekarelik hücresinde isyan etti ilk kez, Prof. Dr. Mehmet Haberal ’ın kalbini besleyen damarlardan biri. Kalbi bir anda, dakikada 200 kez vurmaya başladı. Ölümün ayak sesleriydi bu yüksek hızdaki çarpıntı.

En yakındaki bir hastaneden sonra kaldırıldığı İstanbul Üniversitesi, Kardiyoloji Enstitüsü’nün kroner yoğun bakım bölümünde gözlerini açtığında, nerede olduğunu kolay kolay anlayamadı. Onun okuduğu, çalıştığı, kurduğu üniversitelerdeki, hastanelerdeki yoğun bakım bölümlerinin kapısından içeri bir toz zerresinin bile girmemesi için önlem alınırken, burada başını dışarı çıkarmaması için kapısının önünde, silahlı jandarmalar nöbet tutuyorlardı. Bir akşam çoğunun ellerinde silahları, birkaçının ellerinde televizyon kameraları olan özel eğitilmiş polisler, bu jandarmaları saf dışı ettiler, bir eroin imalathanesine baskın yapıyorlarmış gibi bir görev aşkı ve şevkiyle yoğun bakıma daldılar, Haberal’ı dizüstü bilgisayarının başında suçüstü yakaladılar.

Yaşamlarında Haberal’ın yüzünü bir kez bile görmemiş kişiler, onu televizyon ekranlarında bilgisayar kullanırken görünce, hemen tanılarını ve hükümlerini bildirdiler. “Bilgisayar kullanabildiğine göre hasta değildir; hasta olmadığına göre hastanede kalamaz…” dediler.

Belliydi ki Haberal’ın hastalığı, kendinden çok başkalarını hasta ediyordu. Birkaç gazetecinin bu tanısı, kimi politikacıları etkilemekle kalmadı, adaletin de, tıbbın da gözlerini açtı. “Haberal’in kalbinde önemli bir rahatsızlık vardır” raporu veren Kardiyoloji Enstitüsü’nün Başkanı ve yardımcısı tutuklandı, Adli Tıp Kurumu’nun özel görevli uzmanları, apar topar Halkalı Mehmet Akif Ersoy Hastanesi’ne kaldırılan Haberal’ı sıkı bir efor testinden geçirdiler, test sonuçlarını demokratik bir yöntemle değerlendirerek oy çokluğuyla kabul ettiler.

Onların imzaladığı “Haberal’ın cezaevine gitmesinde bir sakınca yoktur” raporu, oylanma biçimiyle demokrasi tarihine geçerken, içerdiği şu ifadelerle de tıp tarihine geçti, mizah antolojilerine de bulunmaz Hint kumaşı değerinde malzeme oluşturdu: “(Haberal) Merdiven ve yokuş çıkabilir, düz yolda saatte 6.4 km hızda yürüyüş yapabilir, kısa mesafe koşabilir, ev işi yapabilir, eşya vs. taşıyabilir, golf, tenis oynayabilir, dans dahil birçok spor aktiviteleri yapabilir...” Raporun böylesinden haklı olarak güç alan yetkililer, bir gece ansızın, Silivri’ye, cezaevine götürdüler Haberal’ı. Silivri Cezaevi, Haberal için bir çeşit “öğrenim kurumu” oldu. Hücresinde paspas yapmayı, bulaşık yıkamayı öğrendi, zaman zaman yükselen tansiyonunu da, 200’lere fırlayan kalp çarpıntılarını da kimselere duyurmadı, hücresinde kendi kendine tedavi yöntemleri geliştirdi.

Birgün, Haberal’ı ziyaret eden bir milletvekili kameralar karşısında sesini yükseltince, ekran başında kişiler, kulaklarını açtılar. “Allah göstermesin ama, bir vefat olayı karşısında sorumlular hesap vermeye kendilerini şimdiden hazırlasınlar…” Bu uyarı, bir hafta sonra feryada dönüştü, arkasından da, bir hafta öncekine oranla çok daha sert bir uyarı geldi: CHP Mersin Milletvekili ‹sa Gök’ ün, “Haberal’ın sağlık durumu yalnızca çok kötü değil, ayrıca çok da tehlikelidir...” çığlığını, “Bu bir cinayettir” feryadı izledi, ondan sonra da, uyarıların en serti geldi: “Bir vefat durumunda sorumlular, cinayetten yargılanmaya hazır olsunlar...” Dikkat, dikkat… Aranan anahtar sözcük bulunmuştu: “Cinayet!” “Cinayet” sözcüğü, sorumlulara, sorumluluklarını anımsattı.

Halkalı Mehmet Akif Ersoy Hastanesi yetkilileri, “Biz ettik, siz etmeyin” dercesine bir tutumla, Silivri Cezaevi yetkililerinden, Haberal’ ı hastanelerine geri göndermelerini istediler. Sonra da zaman geçirmeden “eski hasta”larını İstanbul Üniversitesi, Çapa Tıp Fakültesi’ne göndererek hem sorumluluklarını yerine getirdiler, hem de “bu işin sorumluluğundan” kendilerini kurtarmış oldular. 22 Ağustos günü Çapa Tıp Fakültesi’nin kapısına olabildiğince yaklaşabilen bir cankurtaranın arka kapısı açıldığında, Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın yattığı sedyeyi indirmesi için bir, hatta birkaç sağlık çalışanı bekledik. Görünürlerde gelen bir kişi de yoktu, gelecek bir kişi de yoktu. Biz birkaç yakını hamle yaptık, fakat jandarmalar bizden daha güçlü çıktılar, sedyeyi onlar indirdiler cankurtarandan. Bir ellerinde korkunç silahları olan jandarmalar, boşta kalan elleriyle bir hastanın sedyesini taşıyorlardı. Çapa’nın uzmanları, arkasında “müdahale”nin yapılacağı kapıdan yalnızca Haberal’ı aldılar, jandarmalar kapı önünde nöbetlerine başladılar. Biz de onların karşısında duruyorduk. Onlar bize bakıyorlardı, biz onlara bakıyorduk.

***

Birbuçuk saat sonra kapı açıldı, önce uzmanlar çıktılar, bilgi verdiler: “Elektro fizyolojik tetkik ile kalbin aritmisinin etiyolojisi tesbit edildi. Radyofrekans ile ablete edildi, kardiyovesküler ablasyon yapıldı...”
Yani Türkçesi?

“Stres ve üzüntünün tetiklediği kalbin ölümcül çarpıntısına neden olan bölge devreden çıkarıldı...” Damardan girilerek kalbinde yapılan bu işlemden sonra Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı, üst katta bir odaya aldılar ama... Odada en fazla üç saat kalabileceğini söylediler. Savcılığın sevk işlemi yazısında öyle deniliyormuş. “Müdahale yapıldıktan sonra tutuklunun geri gönderilmesi…” ifadesi varmış savcılığın yazısında.

***

Damardan girilerek kalbe yapılan ve adı kimi sağlık görevlilerinin dilinde “kataterden girilerek yapılan çok ufak bir müdahale” olan işlemden sonra Prof. Haberal, sedyeyle çıkarıldığı bir üst kattaki odasında “en fazla üç saat” dinlenebildi, sonra elleri silahlı jandarmalar eşliğinde yeniden Halkalı Mehmet Akif Ersoy Hastanesi’ne, oradan da yeniden, Silivri Cezaevi’ne gönderildi. “Yangından mal kaçırırcasına” bir hızda yapılan bu işlemlerin kısa sürede tamamlanması sayesinde Haberal, aylardır Silivri’deki hücresinde yapmakta olduğu bulaşık yıkama ve paspas “ihtisas çalışmaları...”na, üç dört gün önce bıraktığı yerden devam edebilme olanağına kavuştu.

***

Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın şimdi hücresinde ne durumda olduğunu ve ne yapmakta olduğunu yalnızca tahmin edebiliyoruz da… Ötekilerin ne halde olduklarını soracak olursanız, onları çok iyi biliyoruz. “Kataterden girilerek yapılan çok ufak bir müdahaleydi… Basın da herşeyi amma abartıyor” diye açıklama yapan İstanbul İl Sağlık Müdürü’nün de, Halkalı Mehmet Akif Ersoy Hastanesi’nin ve Silivri Cezaevi sorumlularının da, hatta “düz ovada saatte 6.4 km hızla yürüyebilir, golf oynayabilir, dans edebilir” raporuna oy veren Adli Tıp Kurumu uzmanları da, hiç merak etmeyin, çok iyiler, çok çok rahatlar...

Onlar artık rahat nefes alabiliyorlar, geceleri rahat rahat uyuyabiliyorlar, sabahları traş olurken aynaya güleç yüzle bakabiliyorlar artık… Çünkü tümü birden bir anda, hiç değilse yasal açıdan kurtulabildiler bu işin sorumluluğundan, “kataterden girilerek yapılan çok ufak bir müdahale” sayesinde…

YASAL UYARI: Bu sitede yer alan tüm içerik, METE AKYOL'a aittir. METE AKYOL'un yazılı izni olmadan, bu içeriğin kopyalanması, imzalı veya imzasız kullanılması, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

Menu Title