04 Nisan 1993

Ahmet Türk’le Cezaevinde Röportaj

Halkın Emek Partisi Genel Başkanı Ah­met Türk, Kürt kö­kenli yurttaşlarımı­zın kültürel ve top­lumsal haklarına kavuşabil­meleri uğrundaki demokratik savaşımını bugün de çatısı al­tında sürdürdüğü Türkiye Büyük Millet Meclisi’ ne nere­den gelmiştir, hatırlar mısı­nız? Unutanlara hatırlatmak için, bilmeyenlere ise bildir­mek için söylüyorum: Ahmet Türk, Türkiye Bü­yük Millet Meclisi ne, Diyar­bakır Cezaevi'ndeki 117 kişi­lik "Kürtler koğuşu” ndan gel­miştir. Pekii, o koğuşa nereden gelmiştir, Ahmet Türk? Unutanlara hatırlat­mak, bilmeyenlere bildir­mek için onu da söyleye­yim: Ahmet Türk, Diyarba­kır Cezaevi'ndeki “Kürtler koğuşu” na ise, arada biraz zaman olsa da, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden gelmiştir. 1973 ve 1977 seçimle­rinde Mardin Milletvekili seçilen Ahmet Türk, 12 Eylül 1980’den sonra orta­da parlamento kalmadığı için demokratik savaşımı­nı, yine demokratik yön­temlerle, fakat bu kez par­lamento dışında sürdür­meye kalkışınca... Yeni yöne­timin gözünde bir anda “yara­maz çocuk” oluverdi. Çünkü... Demokratik yön­temleri parlamento dışında yaşatmaya çalışması girişim­leri, demokrasiyi parlamento­dan kapı dışarı eden bir yöne­tim tarafından elbette hiç de hoş karşılanmadı. Böylesi “yaramazlıkları sonucu iki kez cezaevine alı­nan ve hem de hüküm giyme­den ikisinde de onar ay cezae­vinde tutulan Ahmet Türk, 29 Kasım 1987'de yapılması ka­rarlaştırılan genel seçimlerde, Mardin milletvekili adayı ola­rak SHP listesinin başında yer alınca... Avrupa'ya karşı sürdürdü­ğümüz “Türkiye’de demokra­si vardır” savının da, “İşte kendi gözlerinizle görün” de­dirtircesine bir somutlukla kanıtı oluverdi. Cezaevindeki bir kişi ma­dem ki milletvekilliği seçi­minde aday olabiliyordu... Liste başı olduğuna göre, artık kuşku yok, madem ki seçim sonunda da milletvekili seçilebiliyordu.. O halde Avrupa, “duyduk, duymadık, demesin” di... İşte, Türkiye’de de demokrasi var­dı ve üstelik Türkiye'deki de­mokrasi hem de, kişiyi cezae­vinden alıp, parlamentoya gö­türecek denli üstün kalitede bir demokrasiydi. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Arif Yüksel’ e telefon ettim ve konuyu uluslararası boyutuyla anlattım : “Hani Avrupa, ikide bir (Türkiye’de demok­rasi yok) diyor ya...” de­dim “Ahmet Türk'le ce­zaevinde yapacağımız bir röportajımız saye­sinde biz de tüm Avru­pa’ya deriz ki, (Ey Av­rupa... Bak, bizde bir vatandaş, cezaevindey­ken bile adaylığını ko­yabiliyor ve... Cezaevin­deyken bile milletvekili seçilebiliyor, cezaevin­ den çıkıp, parlamentoya gi­rebiliyor) deriz... Bundan gü­zel demokrasi propagandası olur mu Türkiye’nin. Sayın Müsteşar bey?...” Müsteşar Arif Yüksel in pek hoşuna gitti konuya böyle yaklaşmamız: “Bu isteğinizi bildiren bir dilekçeyi hemen şimdi faksla bakanlığa geçin, ben de he­men şimdi gerekli izni vereyim”  dedi. Müsteşarın faksla gönder­diği “izin yazısı” alır almaz, soluğu önce Diyarbakır Savcı’ sının makamında, sonra da Diyarbakır Cezaevi’nde aldım. Cezaevi müdürü beni karşıladı ve odasında bir çay ıs­marladıktan sonra “Kürt Koğuşu” na götürmek üzere önü­me koyuldu. Merdivenler indik, kori­dorlar geçtik ve geldik, bir du­varın önünde durduk. “İçeri buradan gireceğiz” dedi müdür bey ve... Duvarın alt tarafında, ya elli, ya altmış santim yüksekliğindeki bir deliği gösterdi. Sonra da bu delikten nasıl geçeceğimizi uygulamalı ola­rak anlattı. Eğildi, dizleri ve elleri üzerinde dört ayak po­zisyonunda bir süre yürüdü, deliğin ağzına gelince yerde sürünür gibi yaptı ve biraz da zorlanarak, karşı tarafa geçti. “Haydi şimdi sıra sizde” diye seslendi içerden. Ben de aynı biçimde delik­ten karşı tarafa geçtim ve... Kendimi bir anda iki voleybol sahası büyüklüğünde bir avlu­da buldum. Dört yanında yükselen du­varların ortasında bu avlu, ne­fes alınacak açıklık bir yer ol­maktan çok, kişide boğulacak­mış duygusu uyandıran bir kuyu dibi görünümünde ve korkunçluğundaydı. Karşımızda ve sağımızda demir parmaklıklı pencereleri görülen iki koğuş, birleştikleri köşede doksan derecelik bir açı oluşturuyordu. Koğuşlar boyunca yerlere ya da pencere demirlerine, yeni yıkanmış ıs­lak çamaşırlar serilmişti. “Ahmet Türk sizi birin­ci koğuşta bek­liyor" dedi ceza­evi müdürü. Birinci koğu­şun, kişiye ne­fes aldırmayan havası içinde ta­nıştım Ahmet Türk' le. “Önce kaldı­ğımız koğuşu anlatayım size” dedi “Burası yirmi metre uzunluğunda ve altı metre genişliğindedir. Tam 117 kişi kalıyoruz bura­da.” Bir de, “komşu” koğu­şu anlattı: “Karşı ko­ğuş, ikinci ko­ğuş adıyla anı­lır burada” dedi “Orada da 240 kişi kalmakta­dır. Her iki ko­ğuşta kalanlar da, bu avludan yararlanırlar.”   AhmetTürk, koğuşun iki duvarı bo­yunca sıralanan ranzalar arasındaki dar bir ko­ridorun sonuna götürdü beni. Orada, yerden bir karış yük­seklikte küçük bir sehpa ve yanında da, oturmamız için aynı yükseklikte iki kürsi var­dı. Duvarlar boyunca sırala­nan demir ranzalar yanyana bitiştirilmişlerdi ve... Böylesini ilk kez görüyordum, tam üç katlı idiler. Tutuklular, ranza­ların ayakuçla­rından girebili­yorlardı yatakla­rına. Sağlı sollu iki sıra oluşturan bu üç katlı ranzaların arasında kalan bir metre­lik boş alanda Ahmet Türk'le konuşmamıza başlarken, onun koğuş arkadaşları çevre­mizdeki ranzalara doldular, ranzaların ayakucu bölümle­rinden başlarını uzatarak bizi dinlemeye başladılar. “Neler söylediğim için bu­rada bulunuyorsam, inanın, buradan çıktıktan sonra da aynı şeyleri söyleyeceğim" dedi Ahmet Türk ve... Gerçekten bugün de söyle­diği aynı şeyleri söyledi o altı yıl önceki görüşmemizde: “Bugün devlet güçleri yanlış bir anlayışa dayanan uygulamayla halkın üzerine gitmektedirler. Bu yanlış bir davranıştır” dedi “Devletin, halkımıza silahla gitmek yeri­ne, tehditle gitmek yerine, sevgiyle gitmesini sağlayaca­ğız. Savaşımımızda hep bu amacı savunacağız.” Devletin, özellikle Güney­doğu Anadolu bölgesinde ger­çekleştirdiği yol, su, elektrik hizmetlerini asla küçümseme­diğini, fakat bunların "herşey demek olmadığını" da söyledi Ahmet Türk: “Yol, su, elektriğe itirazı­mız yok ama, bunlarla yetindi­ğimizi sanmayın” dedi “Bu hizmetlerle yetindiğimizi sa­nanlar, halka demokratik ta­leplerini götürmekten uzak kalıyorlar. Bu tutum da sami­miyetsizlik doğuruyor. İnsan­ların, yol, su, elektrik dışında bazı istemleri daha oluyor. Bu istemlere de saygı gösterilme­si lazım. Yemek yemekle, ışık yakmakla, su içmekle bir in­san her şeyin sahibi olamıyor. İşte biz, bu bölge halkına in­san gözüyle bakılsın istiyoruz. Bu nedenle bölge halkına in­sanca bir yaklaşım istiyoruz.” Ahmet Türk, İsviçre’ye git­tiğini ve orada gördüklerinin Türkiye’de neden uygulana­mayacağını anlayamadığını söyledi: “İsviçre’de, Fransızca konuşulan bir dükkanla, Alman­ca konuşulan bir dükkan ve İtalyanca konuşulan bir dük­kan yan yanadır” dedi “Hiçbi­rinin sahibi ben Fransızım, ben Almanım, ben İtalyanım demiyordu. Hepsi İsviçre’liydi ve ortada da bir İsviçre vardı. Bizim bu bölgenin de bir müziği var, bir kültürü var, bir folkloru var, lisanı var, örf ve adetleri var. Bun­lar konusunda yazacak, söyle­necek en ufak şey dahi yasak kapsamına giriyor. Bugün Doğu'da da, Güneydoğu’da da okuyan insanlar var. Televiz­yon seyrediyorlar, dünyayı gö­rüyorlar. Amerika’nın rock müziğini dinliyorlar, fakat kendi lisanlarıyla konuşmak­tan korkuyorlar. Çünkü polis hemen içeri alıyor. İsteğimiz, sadece bu uygulamalara bir son verilmesidir. Kültürümü­ze, müziğimize, lisanımıza, folklorumuza sahip çıkalım, yeter bize...” Ahmet Türk, büyük bir ço­ğunluğu bölücülük yaptıkları savıyla tutuklanan koğuş arka­daşlarının ortasında, bölücü­lük konusunda da görüşünü açıkladı: "Bölücülük suçlaması çağ dışı bir eylemdir” dedi ve şöy­le sürdürdü görüşünü: “Dünyada tek ırktan mey­dana gelmiş pek az devlet var” dedi “Irk üzerine devlet kurmak görüşü, zaten çağ­daşlıkla bağdaşmaz. Bu yan­lış zihniyet ortadan kaldırıl­malıdır. Bunun yerine, sevgi ve kaynaşmış, karışmış bir kültür getirilmelidir. Irkçılık­tı, bölücülüktü, bunlar çağdı­şı zihniyettir. Türkiye çağdaş bir devlet olmak zorundadır. Hukukun bütün kurallarının uygulandığı bir Türkiye isti­yoruz. Bunun için de, bölge­nin kültürüne, folkloruna, müziğine de saygı gösterilsin istiyoruz. Karadeniz’in horo­nuna nasıl bütün Türkiye ola­rak sahip çıkıyorsak, bu böl­genin halayına da bütün Tür­kiye olarak sahip çıkalım isti­yoruz. Sırf müziğimiz, kültü­rümüz değişik diye kimse bizi Türkiye bütününden ayrıy­mış gibi görmesin. Bölücülü­ğü asıl yapan, bizi Türkiye bütününden ayrı gören zihni­yettir. Bir Kürtçe oyun havası dinliyor diye o kişiyi bölücü ilan etmeyelim ve siyasi suçlu yapmayalım artık.” Ahmet Türk, milletvekili seçildikten sonra “yasaları­mızdaki hak ve özgürlükleri kısıtlayan maddelerin kaldı­rılması için uğraş vereceğini” söyledi. “Bir de, toplumsal denge­nin kurulabilmesi için tek çö­zümün ekonomik önlemler ol­duğu görüşünün değiştirilme­si için çalışacağım” dedi “Ül­kemizin toplumsal dengesini sağlayacak en etkili çözü­mün, insanlar arasındaki yanlış anlaşmaları ortadan kaldırmak olduğu inancını kabul ettirmeye çalışacağım” Ahmet Türk' ün cezaevin­de iken adaylığını koyup, mil­letvekili seçilmesinin, Türki­ye’deki üstün kaliteli demok­rasinin somut bir kanıtı oldu­ğunu Avrupa’ya da, Ameri­ka’ya da pek kabul ettireme­dik ama... Halkının mutluluğu için inandığı doğruları, yaşamı boyunca hep demokratik yöntemlerle anlatmaya çalı­şan Ahmet Türk, iğneyle ku­yu kazarcasına bir sabırla ko­ruduğu ve savunduğu doğru­larını ve... Demokratik sava­şım yöntemlerini, sonunda öğretebildi de, her iki tarafa da...

Etiketler:, , , , , , , , , , , , ,

YASAL UYARI: Bu sitede yer alan tüm içerik, METE AKYOL'a aittir. METE AKYOL'un yazılı izni olmadan, bu içeriğin kopyalanması, imzalı veya imzasız kullanılması, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

Menu Title