29 Aralık 1991

Callas’ın Yatak Odası

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sopranosu ve en büyük "kaprisçisi’ Maria Callas, dış sahneleri Göreme’ de çekilen “Medea" filminde oynamak üzere Türkiye'ye de gelecekti. Maria Callas’ın Ürgüp’teki “Kaya Oteli”nde kalacağı haberini duyunca oteli on yıl süreyle kiralayan Club Mediterranean seyahat şirketinin Türkiye temsilciliğini yapan Transtürk Hol­ding’e başvurdum. Holdingin şimdi İstanbul'daki merkezinde üst düzey yöneticileri arasında yer alan Umur Teoman, o günlerde holdingin Ankara şubesinde, turistik konularla ilgili bö­lümün müdürlüğünü yapıyordu. “Ağam, ben bu Maria Callas’la aynı otelde kalacağım. Ne yapacaksın, edeceksin bana Kaya Oteli’nde bir yer ayarlayacaksın.” dedim. Umur Teoman, eline ateş değmiş gibi geri sıçradı: “Benden ne istersen iste, bu­nu isteme, n’olur” dedi “Bili­yorsun, otelin açılışını res­men yapmadık. Sonra otel, Club Mediterranean tarafın­dan kiralandığı için, sadece üyeleri kalabilecekler, ne sen kulübün üyesisin, ne otel resmen açılmış, ne de..." "Üçüncü (ne) de ne?”  “Biliyorsun işte canım... Söyletme” dedi Umur Teo­man. “Neyi biliyorum. Umur?” “Maria Callas'ın ne kadar kaprisli bir sanatçı olduğu­nu pekala biliyorsun” diye devam etti Umur Teoman. “Kadının talimatı var. Otel­de, kendisinden ve yardımcı­larından başka kimsenin kalmasını istemiyor.” Umur’un bahanelerini umursamadım: "Ben bu otel­de kalabilir miyim diye izin istemiyorum sadece, kafanı kullanıp, kalabilmem için ne gibi bir formül bulacaksın onu merak ediyorum” dedim. Umur Teoman, iki saate ya­kın süren tartışmamızdan son­ra, telefonu çevirdi, Ürgüp'teki Kaya Oteli’ nin Fransız müdü­rünü aradı: “Çok yakın bir arkadaşım var. Kendisi Türkiye'nin tanın­mış bir şairidir. Şu günlerde, ruhsal bir bunalım geçiriyor. Onu sana gönderiyorum, otelde bir hafta kendi başına, sessiz bir biçimde dinlenmesini sağla­manı istiyorum. Tamam mı? Fransız müdür, telefonun öte­ki ucundan Maria Callas'ı ha­tırlattı: “Üç gün sonra Maria Callas geliyor, biliyorsun” de­di. Umur Teoman, müdürlüğü­ nü hemen gösterdi: “Eee, artık işin o tarafını da sen idare et, efendim” dedi. Ürgüp’te taş taş üstüne konu­larak değil de büyük bir kaya göz göz oyularak yapılan Kaya Oteli’ nin kapısında Fransız mü­dür beni saygıyla, biraz da “kor­kuyla" karşıladı. Onun belli et­memeye çalıştığı "korku"sunu daha da körüklemek amacıyla, “ruhsal bunalım geçirmekte olduğumu” biraz belli eden davranışlarda bulundum. “Bavullarımı taşıyacak bir adamınız yok mu mösyö mü­dür?” diye söylendim. "Ben bu­raya dinlenmeye geldiğimi sa­nıyordum oysa.” Fransız müdür, bozulmaya­yım diye ezilip, büzüldü... "Sayın şair, herhalde biliyor­sunuzdur, otelimiz henüz res­men açılmadı, personel ihtiya­cımızı henüz tamamlayamadık" dedi… "Fakat siz merak etmeyin. Emrinizdeyiz. İzin ve­rirseniz bavullarınızı alayım." Müdür bavullarımı aldı ve be­ni odama kadar götürdü. "Eminim çok beğeneceksiniz odanızın manzarasını” dedi. “Karşıda gördüğünüz peri ba­caları, güneşin hareketine uy­gun olarak günün her saatinde seyretmeye doyulmayacak bir manzara oluşturmaktadır." Manzarayı seyrederken kafa­ma takılan bir soruyu sordum: “Benim odamın numarası kaç mösyö müdür?” dedim. “Numara göremedim kapının üstünde. Hem (AT) diye bir ya­zı var kapıda. O ne demektir?” Fransız müdür: “Sayın şair, size Club Mediterrenean otellerinin özelliklerinden söz edeyim" dedi. "Bi­zim kulübün otellerinde kapı numaraları yoktur. Onların ye­rine, her odanın adı vardır. Si­zin oda, birinci sıradaki oda olduğundan adı da (AT)'tır. Bu isimler alfabetik sıraya göre verilmiştir. Mesela, sizin yanı­nızdaki odanın adı (Boğa), onun yanındakinin (Cey­lan)dır. Biliyor musunuz, iki gün sonra Maria Callas gele­cek otelimize. Kendisine (Deve)’yi ayırdık. Boğa ve Ceylan’da da nedimesi, makyajcı­sı, (Enik)’te de masörü kalacaklar." Dudağımı büküp, “Çok ilginç bir yöntem" dedim ve sustum. Fransız müdür, bana iyi din­lenmeler dileğinde bulunduk­tan sonra odadan çıkarken, bir soru daha sordum: "Odamın anahtarını verme­diniz mösyö müdür” dedim. "Nereden alacağım anahtarı­mı?” Club Mediterrenean otelleri­nin bir başka özelliğini daha açıklamak zorunda kaldı mü­dür: "Bizim kulübün otellerinin hiçbirinin odasında anahtar ve kilit yoktur" dedi "Kulübümüz üyelerini, bir ailenin bi­reyleri olarak kabul ettiğimiz­den, otel odalarımızda kilit ve anahtar kullanmamaya özel­likle dikkat ederiz.” İçimden “Allah yaşadık" der­ken, dışımdan yine “Çok il­ginç” dedim. O güne kadar belki on yüz milyon kez seyrettiğim peri bacalarını ruhsal bunalım geçiren bir ünlü şair pozlarında üç gün daha seyredip, can sıkıntısın­dan gerçekten bir bunalıma gi­receğim sırada, "oh şükürler”, bizim komşu oda “Deve”nin ko­nuğu geldi. Koskoca ve bomboş bir otel­de, Maria Callas’ la birlikte ge­çirdiğim üç günün öyküsünü, otelden ayrıldıktan sonra beş gün süreyle gazetemde anlat­tım. Bu ünlü Bayan Kapris'le salatalık, domates ve beyaz peynirden oluşan bir öğle yemeğimiz­den tutun da filmin yö­netmeni ünlü Passolini’yle ya da prodüktörler­den biriyle Nevşehir'e gi­dip yediği akşam yemek­lerinden sonra onlardan otelin kapısında ayrılışı­na kadar, her şeyi yaz­dım. Fotoğraf çekmeye me­raklı bir şair sıfatıyla "hatıra” olsun diye biri siyah, biri beyaz iki kö­peğine varıncaya kadar yığınlarla fotoğraflarını çektim amma... Yeryüzünün birçok dergisi­nin kapağında, birçok gazete­nin de birinci sayfasında yer alabilecek bir sahneyi yazma­dım, yazamadım, onun hakkın­da. Şimdi o “sahne”yi yazıyo­rum. Otelde kaldığımız üçüncü gece, Maria Callas yine Passolini ile Nevşehir'de bir otelde yemek yedikten sonra otele döndü ve kapıda “iyi geceler" dilediği ve bizim bazı gazetelerin de, "Callas’ın son sevgilisi” dediği yönetmen Passolini’den ayrılıp odasına geldi. Saat, gece 11 filandı. O gece “At” odamın balko­nunda iki saat süreyle oturup, bir yandan karanlıkları seyret­tim, bir yandan da kendi ken­dimle savaştım. İçimdeki "gazeteci” diyordu ki: "Yaşamın süresince böyle bir fırsat bir daha ne zaman geçer elime” diyordu. “Saflığı bırak da al makineni, aç flaşı­nı ve çık odandan, gir (Deve)’nin açık kapısından ve uyurken bir fotoğrafını çek şu kadının.” İçimdeki “insan", içimdeki “gazeteci”ye soruyordu: "Bunu yaptıktan sonra neler olur? Bunu da düşündüm mü” İçimdeki "gazeteci” yine di­retiyordu: “Ne olacağına bak, söyleye­yim de öğren” diyordu. “Sen flaşını parlatıp, onun uyurken fotoğrafını çeker çekmez, ka­dın birden uyanacak ve ne olup bittiğini anlayabilmek için yatağında doğrulurken se­ni elinde fotoğraf makinenle karşısında görecek ve... Tam o sırada bir çığlık atmaya başla­yınca, sen de ikinci kez patla­tacaksın flaşı... Haydi haydi... Değerlendirmeye bak bu fırsatı... Bir anda, dünya çapında üne kavuşursun.” İçimdeki “insan”la, içimdeki “gazeteci”nin savaşımı, iki sa­atten fazla sürdü. Saat iki buçuğa yaklaşırken, son raundda "gazeteci" bir na­kavt yaptı ve galip geldi. Fotoğraf makinemi, flaşımı hazırladım, odamdan çıktım ve Maria Callas’ın yattığı (Deve) adlı odanın kapısını yavaşça açıp, odadan içeri girdim. Ve hiç beklemediğim bir “sahne" ile karşılaştım Yatağında uyurken bulaca­ğımı sandığım Maria Callas, yatağında masörüyle sevişiyordu. İkisi de kapıyı açıp içeri gir­diğimin farkında bile değiller­di. Kaldırdım makinemi ve odayı bir an için, bembeyaz flaş ışığına boğdum. Maria Callas, "Mamma Mia" deyip, başını yastığının al­tına gömdü ve yatağın çarşafı­nı bir ucundan çekiştirerek, çıplak vücudunu örtmeye ça­lıştı. Masör ise bir anda yataktan fırladı ve geldi elimdeki maki­neyi hırsla çekti. Makine boynumda asılı ol­duğundan, kordonuyla birlik­te beni de kendine çekmiş ol­du masör. Gözümün üstüne her an bir yumruk inmesini beklerken, adamcağız daha akıllı bir iş yaptı ve makinenin kapağını açıp, içinden filmi çıkardı, aldı. “Yarın sabah görüşürüz se­ninle” dedi ve kolumdan tu­tup, beni oda kapısından dışa­rı çıkardı. “Yarın sabah" olduğunda, Maria Callas’la da masörüyle de görüşmemiz mümkün ola­madı. Çünkü o sabahı gözü­mü bir an bile kırpmadan uyanık bekledim ve... Gün ışı­yınca da bavullarımı alıp, otel­den ayrıldım. Maria Callas'ın da, masörü­nün de beni otel müdürüne şi­kayet etmediklerini birkaç gün sonra öğrendim. Sadece Fransız müdür, bi­zim Umur Teoman'a telefon açmış, sormuş: “Senin şair arkadaşının herhalde canını sıkmış ola­cağız ki, bavullarını toplayıp, kimseye veda etmeden ayrıl­mış otelden” demiş. "Kendisi acaba hangi hareketimize kızdı?” Birkaç gün sonra ise, Kaya Oteli’ nde Maria Callas’ la ge­çen üç günümün öyküsünü Milliyet’ te görünce Umur Te­oman'a bir telefon daha aç­mış. Umur Teoman o gün görev­li olarak İstanbul'a gittiğin­den kendisiyle görüşmek ola­nağı bulama­mış Fransız müdür.

Etiketler:, , , , , , , , , , , , , , , ,

YASAL UYARI: Bu sitede yer alan tüm içerik, METE AKYOL'a aittir. METE AKYOL'un yazılı izni olmadan, bu içeriğin kopyalanması, imzalı veya imzasız kullanılması, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

Menu Title