21 Mart 1993
Ulusal Olaylar Kutsal Duygular
Sabah Gazetesi
Selimiye Kışlası koridorlarının bulutlarla yarışırcasına yükseklikteki tavanları altından uzun uzun yürüdükten sonra getirildiğim odada, o tavanlardan da yüksek yerlerden kopup inen altı yıldızın, eşit sayılarla omuzlarının üstüne yağdığı bir korgeneralin karşısına diktiler beni.
Kimdi bu general, tanımıyordum... Niçin getirilmiştim buraya, bilmiyordum...
Sol yönümdeki duvarın önünde üç küçük masacık sıralanmıştı. Üçünün üzerinde de üç kocaman daktilo vardı. Üç masacığın arkasında ve üç daktilonun başında ise ikisi üstteğmen, biri yüzbaşı üç görevli vardı.
Yargıç rolündeki korgeneral soracaktı, ben yanıtlayacaktım, iki üstteğmen ile bir yüzbaşı da, komutanları yargıcın sorduklarıyla,
“ortak sanıkları ben” in yanıtlarını daktiloyla belgelendireceklerdi.
Basın Mahkemeleri’nin yükünü biraz olsun hafifletmek için sıkıyönetim sorumlularının, gazetelerde yayımlanan kimi yazılardaki
“mana ve maksadın ne olduğunu” araştırma merakına kapıldıkları 1981 yılında
“Selimiye Kışlası”na davet edilmek,
“Kalender Orduevi'ndeki
“çay ve sempati” partilerine davet edilmeyen gazeteciler için, bol yıldızlı paşaları yakından görebilmelerini sağlayan önemli ve onurlu bir olanak oluşturuyordu.
Böylesi önemli bir olayın, böylesi yüce onurunu yaşadığım bir anda, yargıç korgeneralin önce emri, sonra sorusu gürledi:
“Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’yle ilgili bu yazınızı ne maksatla ve hangi hakla yazdığınızı açıklayacaksınız” dedi
“Söyleyin bakalım... Cerrahpaşa'yla ilgili bu yazınızı ne maksatla ve ne hakla yazdınız?... Bu yazıyı yazmaktaki maksadınız neydi, bunu yazmak hakkını ise nereden ve kimden aldınız?”
Gürleyerek gelen soruyu, güm diye yanıtladım:
"Servetimin galiba farkında değilsiniz, Sayın Paşam...” dedim
"Övünmek gibi olmazsa açıklayayım: Ben, Cerrahpaşa’nın hissedarıyımdır... Elinizdeki yazımı ise, o hissemin bana verdiği hakla yazdım... Maksadım ise, o hissem nedeniyle sahip olduğum mülkiyet hakkımı korumaktır...”
Yargıcım korgeneral bir yanlışlık yaptığı duygusuyla elindeki yazımı masasına bıraktı, masasındaki ikinci yazımı eline aldı:
“Peki ya bu?” diye sordu
“Bu yazınızda da Top- kapı Sarayı’ndaki bir olayı yazmışsınız… Bunu yazmanızdaki maksadınızın da hissenizden gelen bir hakkınız olduğunu iddia edecek değilsiniz… Çünkü Topkapı Sarayı’nın da hissedarı değilsiniz, herhalde …”
Sahip olduğum servetimin verdiği bir olgunlukla , keyifli keyifli güldüm :
“ Size yine şaşırtıcı gelecek ama, ne yapayım ki doğru , Sayın Paşam “ dedim
“ Bendeniz , Topkapı Sarayı’nın da hissedarıyımdır… O yazımı da, yine bu hissemin bana verdiği hakkıma dayanarak ve yine aynı maksatla yazdım...”
Yargıcım korgeneral, bu kez benim bir yanlışlık duygusuna kapıldığımı sandı ve biraz da öfkelendi:
“Lütfen açıklar mısınız bu hisselere nasıl sahip olduğunuzu?” dedi
“Cerrahpaşa’nın da, Topkapı Sarayı’nın da nasıl hissedarı olabiliyorsunuz?”
Sakin sakin yanıtladım:
“Gerek Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde, gerek Topkapı Sarayı’nda bir bölü kırkbeş milyon hissem vardır. Sayın Paşam” dedim
“Madem ki ben bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım ve...”
Korgeneral, sözlerimin gerisini getirmeme izin vermedi:
"Benim de her ikisinde de o kadar hissem var” dedi.
“Cerrahpaşa’da da, Topkapı Sarayı’nda da benim de bir bölü kırkbeş milyon hissem var...”
Buna hiç de şaşırmadığımı söyledim:
“Elbette sizin de o kadar hisseniz var bu iki yerde, Sayın Paşam” dedim
“Yoksa şu pırıl pırıl cumartesi gününüzü ailenizle birlikte geçireceğiniz yerde, evinizde dinleneceğiniz yerde ne diye beni buraya getireceksiniz de, bu yazılardaki maksadımın ne olduğunu öğrenmeye çalışacaksınız? Elbette siz de bu bir bölü kırkbeş milyon hissenizin verdiği hakkınızı korumak için bugün burada bulunuyorsunuz, ben de aynı amaçla bu yazıları yazmış bulunuyorum... ikimizin de maksadı bir, ikimizin de maksadı aynı...”
Korgeneral Sıtkı Aydıner, bir yargıç kimliğiyle oturduğu koltuğundan kalktı, yanıma kadar geldi, iki yanaklarımı öptü ve...
“Hadi siz yerlerinize dönün” diyerek, henüz ellerini sürmedikleri daktilolarının başındaki iki üstteğmenle, bir yüzbaşıyı, geldikleri yere gönderdi; beni de, koluma girip, Selimiye Kışlası’nın o tavanları gökyüzündeki koridorlarında yürüyüşe çıkardı:
“Gel şimdi seninle ortak bir çalışma yapalım ve birlikte, başka servetlerimize de sahip çıkalım” dedi
“Bu memleketi, vakıflar aracılığıyla meğer nasıl da soyuyorlarmış, gel dosyalar göstereyim...”
Pera Palas dosyasını çıkardı:
“Çatalına, bıçağına, rakı kadehinden, çay fincanına varıncaya kadar, koskoca Pera Palas tüm varlığıyla kaça kiralanmış, öğrenmek ister misin?... Bak, oku” dedi ve benim okumamı beklemeden kendi okudu:
“Yıllık bir milyon liraya kiralanmış …”
Osmanbey’deki Site Sineması’nın ve onsekiz dükkanlık bir pasajın da bulunduğu sekiz katlı Site Hanı’nın dosyasını da çıkardı
Korgeneral Aydıner: “Haydi bir kez daha yut bakalım, küçük dilini” dedi
“İnanması pek kolay değil ama, maalesef gerçek... Bu binanın yıllık kirası da yüz yirmibeş bin liradır.”
Dosyaya şöyle bir göz attığımda,
“vakıflar malının nasıl bir deniz” olduğunu anında görebildim.
Sekiz katlı binanın sadece bir katı, mal sahibi
Darüşşafaka'ya bırakılmıştı ve bu kurumun büro hizmetleri için kullanılıyordu.
Uyanık kiracı, binanın tüm katlarındaki bürolar ile giriş katındaki onsekiz dükkanı günün geçerli değeri üzerinden üçüncü şahıslara kiralamıştı ve... Yıllık ödediği kiranın üç katından fazlasını, aylık kira geliri olarak kazanıyordu.
Çemberlitaş Sineması'ndan, Kadıköy'deki
Süreyya Paşa Sineması’ na kadar yüzlerce vakıf malı, İstanbul'un kendilerince önemli kişilerine simgesel kiralarla bir çeşit
“bağışlanmıştı.”
“Tüm bu vakıf malları üzerinde de bir bölü kırkbeş milyon hissemiz var senin de, benim de” dedi.
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Kurmay Başkanı Korgeneral Sıtkı Aydıner “Sen gazetede bu konuyu kamuoyunun dikkatine sun, biz de bu dosyalardaki bilgilerle sana yardımcı olalım... Hisselerimize birlikte sahip çıkarak, öteki hissedarların hisselerini de birlikte korumuş olalım”
Vakıflar'dan sorumlu Devlet Bakanı
merhum Mehmet Özgüneş, bir buçuk ay önce geçirdiği kalp krizinin iyileşme dönemini evinde geçiriyordu.
Telefondaki sesi, sağlıklı günlerinin sesinden çok değişikti. Fakat kararlılığı, ilk günkü kadar kesin ve keskindi:
“
Vakıfların gayrimenkullerinin kiralarıyla ilgili yayına lütfen son verin, benim yapacaklarımı bekleyin” dedi
“Tüm kira sözleşmelerini iptal ettiriyoruz...
Kiracılarla sözleşmelerimizi, günün geçerli değeri üzerinden ve günün geçerli koşullarına uygun olarak yeniden yapacağız.”
Vakıf binalarındaki kiracılar, bir iki aya kalmadan Vakıflar İdaresi’yle bir kez daha oturdular masaya ve...
“İmzala bakiiim... İmzala bakiiim...” denilerek önlerine sürülen yeni kira sözleşmelerine bakarak, hem günün geçerli kira değerleri ve koşulları konusunda yeni yeni bilgiler öğrendiler...
Hem de, zorla da olsa, bir bölü kırkbeş milyon hisselerine kendilerinin de sahip çıkmaları gerektiğini öğrenebildiler, kimi kör talihe, kimi devlete, kimi sıkıyönetime, kimi
“faşist ordu” idaresine, kimi de
“komünist gazeteci” bana bol bol küfürler savurarak, tabii içlerinden...
Bayram öncesinin kutsal duyguları, işte böylesi ulusal olayları çağrıştırmak istiyor, böylesi olayların kutsal da, ulusal da olduğunu göremeyen gönüllerde...
Etiketler:Cerrahpaşa, hisse, Kışla, Korgeneral Aydıner Paşa kimdir, Pera Palas, Topkapı Sarayı, Uyanık kiracı