27 Ekim 1991

Tanrı misafiri Salmonella

  Geçen hafta bir “Tanrı misafiri”ne ev sahipliği yaptım. Evimde, işyerimde, ya da bir lokantada de­ğil... Ev sahipliğimi, ku­lağımda yaptım, "Tanrı misafiri”mi kulağımda ağırladım. Çünkü kendi öyle istedi. Geldi, kula­ğımda bir yer buldu kendine, oraya yerleşti. Önceden bir tanışıklığım filan da yoktu. Üstelik, yabancıydı da… Üstüne üstelik, hangi ülkeden geldiğini de bilmiyordum ama... Kulağıma gelme­den önceki son durağını biliyordum. Biraz önce oğlumun ağzından çıkmıştı ve oradan gelmiş, oturmuştu kulağıma. Kişinin, Tıp Fakültesi’nde okuyan oğlu olursa, kulağına da, zaman za­man ve de ister istemez, işte böyle kimliği belirsiz, ne işe yaradığı bilin­mez "Tanrı Misafiri" sözcükler gelip, çörekleniyor. Kulağımdaki konuğumun adı, "Salmonella" idi. Sesli çalışılması gereken bir ödev nedeniyle çıkmıştı oğlumun ağzından ve oradan kalkmış, gelmişti kulağıma. "Oğlum, biraz sessiz çalış şu der­sini" diyecek oldum, ilk kez televizyo­na çıkmış genç bir parti başkanı gibi anında patladı bizimki: “N'apiim, baba… Sessiz ezberlen­miyor bu sözcükler" dedi “Yarın sa­bah sınav var.” Yirmibeş yılda ilk kez bulduğu fırsatta, hem de baba karşısında böylesine patlayan bir delikanlının üstüne üstüne gidilmeyeceğini büyükleri­mizden öğrendiğim için... Ben de ay­nen büyüklerimizin yaptığı gibi yap­tım ve... Bizim delikanlının üstüne üstüne gidip onu daha da hırçınlaştı­racağıma, akılcı yolu seçtim, önce kendim sustum, bu suskunluğumun sonunda da onu susturmuş oldum. Oğlumun bir gün sonraki sınav konusu Salmonella’yla birlikte o gece birlikte uyuduk, sabah birlikte uyan­dık, işe gitmek üzere evden birlikte çıktık. Sabahın erken saatlerinde, fırın­dan sıcak çıkmış tepsilerle tezgaha getirilen sıcak sıcak poğaçalardan o sabah da iki tane almak için, evimin dört beş adım ötesindeki İtalyan isim­li bir pastaneye de birlikte girdik. Pastaneden girip, poğaçaların sa­tışa sunulduğu tezgahın önüne gitti­ğimde, tezgahla aramda genç ve zarif bir bayanın durduğunu gördüm. Belli ki, sabah kahvaltısını işye­rinde, çalışma masasında yapma tir­yakiliğine kendini kaptırmış çalışan­lardandı o da. Hemen bayanın arkasına geçtim ve "Evvel zaman içinde, kalbur sa­man içinde" günlerimizden kalma alışkanlığımla oracıkta, küçücük bir kuyruk oluşturuverdim. Önümdeki bayan tam iki poğaça alırken fikrini değiştirdi, fırından ye­ni çıkan tepsideki üçgen biçimli bö­rekleri gördü. "Şu böreklerin adı neydi?" Şu böreklerin belirli bir adı yok­tu. İçi peynirli, üçgen biçimli börek­lerdi. Tezgahtar çocuk, bir ara bocalar gibi yaptı, sonra kendini toparladı. "Bunlar peynirli börektir" dedi. Bayan, poğaçalarını almaktan vazgeçti, börek satın aldı. Ve bir çırpıda hazırlanan börek paketiyle kasaya doğru dönmeye baş­larken, ben aceleci davranır gibi yap­tım, haftanın en az üç dört sabahı kar­şılaşmamızın oluşturduğu bir dost­lukla tezgahtar çocuğa bir göz kırparak, parmağımla börek tepsisini işaret ettim: "Bana da bir Salmonella böreği, lütfen” dedim. Görünüşe bakılırsa tezgahtara ko­nuşuyordum ama, gerçekte “Tezgah­tar dostum sana söylüyorum, ey hanımefendi sen dinle" örneği, bayana du­yuruyordum söylediklerimi. Tezgah­tar çocuk. “Başüstüne" deyip, benim böreğimi de paketledi ve ben de kasa­ya doğru dönmeye hazırlanırken, ar­kamdaki kişi, ancak bir bölümüne ta­nık olabildiği sabah şakamda kendine de gönüllü bir rol üstlendi. O da yüksek bir sesle '‘Salmonel­la” böreği istedi tazgahtardan. Sonra karşılıklı bakıştık, gülümseştik ve göz kırpıştık... Böreğin parasını ödemek üzere kasaya geldiğimde, biraz önceki kuy­ruktaki bayan yine önümdeydi. Kasadaki bayan kendisine sordu: “Sizin neyiniz vardı?" dedi. Ve bayan, bir an duraksamaksızın yanıtladı: “Bir tane Salmonella böreği” de­di. Kasadaki bayan, tezgahtar çocu­ğa baktı Çocuk, rolünün ikinci bölü­münü de başarıyla oynadı. Tepsiden bir peynirli börek aldı, havaya kaldır­dı ve iş arkadaşına gösterdi. "İkibin beşyüz lira" dedi kasada­ki bayan. Önümdeki bayan böreğin parası­nı öderken, ben de paramı uzat­tım. "Ben de bir Salmonella böreği al­dım" dedim. Kasadaki bayan, bu kez tezgahtar çocuğa bakmaya gerek duymadı: "İkibin beşyüz lira" dedi. Gazeteye geldiğimde, bizim “Foto Maç”cı, sakallı ve "Sakal” takma adlı Orhan Balal'la karşılaştım. Elimdeki pakete göz atar atmaz, nereden geldiğimi bir anda anladı: "Yine sizin oradaki pastaneye uğ­ramışsın ağabey” dedi. Gazetenin pastanesinde o sabah çaylarımızı Orhan'la karşılıklı içtik, böreğimizi karşılıklı yedik. "Çok nefis bir börekmiş, ağabey” dedi. Ona da söyledim, böreğin adını: Akşam eve dönerken, Orhan iç­ten bir istekte bulundu: "Ağabey, yarın sabah da getirsene Salmonella böreğinden" dedi. Kırar mıyım, Orhan’ı? Ertesi sabah pastaneye gittim, bu kez iki Salmonella böreği istedim. Tezgahtar çocuk, henüz fırından çıkmadığını söyledi ve bana yardımcı olmak için, fırın bölümüne seslendi: “Salmonella börekleri hazır mı, çıkıyor mu’" diye sordu yüksek sesle. Önce, “Şimdi çıkıyor" sesi, sonra da sımsıcak bir Salmonella tepsisi geldi içerden. iki gün önce komşumuz pastane­nin önünden geçerken, dostum tez­gahtar çocuk içerden fırladı, kaldırım­da önümü kesti: “Bir haftadır sabahları peynirli börek satışlarımız müthiş arttı" dedi "Müşteriler ısrarla Salmonella böreği istiyorlar.” Söyledikleri önce güldürücü geldi ama, sonra ürküttü beni biraz. Salmonella'nın aslında kim olduğunu, ne olduğunu merak etmişsinizdir, sanırım. Oğlumdan öğrendiğimi şimdi size satayım. "Salmonella" doktorca dilinde, zararlı bir bakterinin adıymış, meğer. Zararlı bir bakteri mi? Korkmayın, çekinmeyin. Bir böreğin adı olarak kaldığı sürece kişilere, fiziksel hiçbir zararı dokunmuyor.  Sadece, toplum bünyesinde biraz rahatsızlık oluşturuyor ki, bunda da Salmonella'cığın hiç mi hiç suçu, günahı yok. Salmonella ve onun hemşehrisi birçok sözcük, herhangi bir ağızdan çıkar çıkmaz, onu ilk duyan kulak tarafından hemen kapılıyor ve adının yabancılığından kaynaklanan bir cazibeyle, kulağımızda “Tanrı misafiri” makamına oturtuluyor. Ondan sonra da, süper marketlerimizdeki Amerikan dondurmasından geri kalmayacak bir hızda, şarküterilerimizdeki Alman çavdar ekmeğinden geri kalmayacak bir hızda, sokak aralarımızdaki Romen kadınlardan geri kalmayacak bir hızda ün kazanabiliyor, kimlik sahibi olabiliyor, yabancılık cazibeleri nedeniyle başımızın tacı edildikleri, gönlümüzün “Tanrı misafiri" katında...

Etiketler:, , , , , , , , ,

YASAL UYARI: Bu sitede yer alan tüm içerik, METE AKYOL'a aittir. METE AKYOL'un yazılı izni olmadan, bu içeriğin kopyalanması, imzalı veya imzasız kullanılması, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

Menu Title