28 Haziran 1992
Gülek teknolojiye yakalandı
Dinlemeyi” bilmek, gazetecilikte
"yazmayı” bilmekten daha önemli bir kuraldır.
Mesleğinde başarı kazanan birçok gazeteci, bu başarısını
“güzel yazı yazabilmek” yeteneğinden çok
“iyi dinleyebilmek” yeteneğine borçludur.
10 Mayıs 1967 sabahı
Türkiye Büyük Millet Meclisi Basın Bürosu'nda
deneyimli ve başarılı birçok gazeteci mesleklerinin bu temel kuralını, yılların diplomat-politikacısı
Kasım Gülek'e
anlatmaya çalışıyordu.
Cumhuriyet Gazetesi Meclis Muhabiri Fikret Otyam bırakıyor.
TRT Meclis Haberleri Müdürü Hüsamettin Çelebi alıyordu sözü. O bırakıyor,
Savaş Kıratlı, Tanzer Gürsu başlıyor, onların bıraktıkları yerden,
Ergin Ünal devam ediyordu.
Bu deneyimli ve başarılı gazetecilerin tümü de
Kasım Gülek’le giriştikleri tartışmalarında sabır sınırlarını hatta zaman zaman da nezaket sınırlarını aşıyorlardı.
Kasım Gülek ise tüm siyasal yaşamında başarıyla koruduğu hoşgörülü tavrını aşıyor, o da zaman zaman sesini yükselterek gazetecileri,
“dinlemeyi bilmemekle” hatta
“dinlediklerini anlayamamakla” suçluyordu.
"Ben dünkü basın toplantımda, (CHP'den ayrıldım) demedim size” diyordu.
“Ben, bir politikacıyım. Konuşmalarımda kelimelerimi dikkatle seçerim, dikkatle kullanırım. Benim bu kelimelerimi siz, işinize geldiği gibi anlıyorsunuz öyle yazıyorsunuz. Yazdıklarınız da gerçek olmuyor o zaman."
Tartışmada
Kasım Gülek sinirlendikçe öfkeleniyor, öfkelendikçe de dilinin terazisinin ayarını kaçırıyor,
“yıllar yılı hep dost bildiği", “yıllar yılı hep dostça geçindiği gazetecileri incitici sözler söylemesini frenleyemiyordu.
O günkü gazetelerde,
Kasım Gülek'in
bir gün önce basın bürosunda yaptığı basın toplantısının haberi,
"Kasım Gülek CHP'den istifa etti” başlığıyla yeralıyordu.
Kasım Gülek ise şimdi aynı salonda, bir gün önceki toplantısını izleyen gazetecileri
"dinlemeyi bilmemekle", "dediklerini anlayamamakla” suçluyor ve
“CHP'den istifa ettiği" haberinin doğru olmadığını ileri sürüyordu.
“Ben dünkü basın toplantımda (CHP'den ayrılmaya karar verdim) dedim, siz ise bunu (CHP'den ayrıldı) diye anladınız ve öyle yazdınız" diyordu.
“CHP'den ayrılmak başka şeydir, CHP’den ayrılmaya karar vermek başka şeydir. Ben toplantıda, (istifa ettim) ya da (ayrıldım) diye bir söz söylemedim."
Fikret Otyam, not defterini
Gülek’ in
gözlerine doğru uzatıyor
ve notlarını gösteriyordu.
"Beyefendi, lütfen şu notları okur musunuz?" diyordu
"Bu notlar, dünkü basın toplantınızda kaydettiğim sözlerinizdir. İşte bakın, (ayrıldım) demişsiniz burada.”
Kasım Gülek ise bu notların kendini bağlamayacağını söylüyor,
“Siz öyle not aldınız diye, ben ille de öyle mi konuşmuş sayılacağım yani?” diyor ve toplantıda ağzından
"ayrıldım" diye bir söz çıkmadığını bir kez daha ileri sürüyordu.
Hüsamettin Çelebi de çıkarıyordu notlarını.
Kasım Gülek, onun notlarına da bakmıyordu
Ergin Ünal, Savaş Kıratlı, Tanzer Gürsü ve daha birçok gazeteci de bir gün önceki notlarını çıkarıyorlar,
“Bizi, dinlediğimizi anlayamamakla suçlayamazsınız, beyefendi" diyerek
Kasım Gülek'e çıkışıyorlardı.
Kasım Gülek ise bu karşı koymaları dinlemiyor,
"plakta takıldığı yeri” tekrar tekrar
söylüyordu:
"Ben size dün (CHP'den ayrıldım) demedim. (CHP’den ayrılmaya karar verdim) dedim diyordu. Siz bunu, işinize geldiği gibi anladınız ve öyle yazdınız.”
Tartışmalar, bitmek tükenmek umudu olmadan sürerken,
Hürriyet muhabiri
Yılmaz Tunçkol kulağıma eğildi:
“Yahu, dünkü basın toplantısına sen bir teyple gelmiştin” diye fısıldadı
“Bandı silmediysen, bu tartışma kökünden çözümlenir."
Yılmaz Tunçkol’a
gülerek. “
Biraz daha bekle, zamanı var” işareti yaptım.
Fikret Otyam bu işaretimi gördü ve onun da aklına birden benim dünkü teybim geldi.
“Bir dakika, bir dakika, mesele şimdi halledilecek” diyerek, beni
Kasım Gülek'in
yanına çekti:
“Beyefendi" dedi
Kasım Gülek’ e
“Mete dünkü toplantıyı teybe almıştı. Getirsin teybini, dinleyelim. Ak mı kara mı, o zaman anlaşılır.”
Bir gün önceki toplantıya teyple geldiğimi o an
Gülek de hatırladı.
Ve yüzündeki o
“kendinden emin" havası birden kayboldu, onun yerine hafif bir kuşkuyla karışık başka bir hava geldi, kapladı yüzünü.
Gülek'le
göz göze geldik.
Ve kimsenin duymayacağı bir gözler arası diyalog geçti aramızda.
Kasım Gülek’in
"Haklı olan benim, değil mi?” diye soran gözlerine ben de yine gözlerimle,
"Ben de pek emin değilim ama, galiba haklı olan sizsiniz" yanıtı verdim.
Kasım Gülek'in
yüzündeki o bir anlık kuşkulu ifade kayboluverdi. Onun yerine şimdi, yeniden
"kendinden emin” ifade geldi yüzüne.
“Evet, teypi dinleyelim" diye gürledi
“Teypiniz yanınızdaysa, lütfen dinletir misiniz, Mete Bey?”
Dinletmeye dünden razıyım ama teyp yanımda değil ki…
“Atla bir taksiye, git al getir bürodan" dedi gazeteci arkadaşlar.
Onların bu isteğini
Kasım Gülek de destekledi.
Dediklerini yaptım, bir taksiye atladım ve bürodan teypimi aldım, getirdim.
Meclis basın bürosunda beni bekleyen tüm gazeteci arkadaşlar ve
Kasım Gülek, henüz kullanma hevesimi alamadığım teypimin çevresinde toplandılar, kalabalık bir halka oluşturdular.
Bastım
"start” düğmesine. Band dönmeye başladı.
Kasım Gülek konuşuyordu:
“Uzun yıllar hizmetinde bulunduğum, uğrunda gücümün yettiği kadar fedakarlıklar ettiğim Cumhuriyet Halk
Partisi’nden ayrılma kararı verdim.”
Kasım Gülek, basın toplantısının bu ilk cümlesini duyar duymaz, kendi eliyle
“stop” düğmesine bastı, teypi durdurdu.
“İşte, hepiniz kulaklarınızla duydunuz” dedi
“Ayrıldım demiyorum, ayrılma kararı verdim diyorum. Gördünüz mü?”
Gazeteciler, bandın devamını da dinlemek istediklerini söylediler.
“Start'a
yeniden bastım, band yeniden dönmeye başladı.
Kasım Gülek, konuşmasını şöyle sürdürüyordu:
“CHP'den ayrıldığıma çok üzgünüm. Baba evini bırakır gibiyim."
Bu kez gazeteciler bastılar
"stop” düğmesine.
"İşte siz de bu sözlerinizi duydunuz, Kasım Bey” dediler
“Bakın, (CHP’den ayrıldığıma üzgünüm) diyorsunuz. Bu sözünüz, ayrılma kararı verdiğinizin değil, ayrıldığınızın ifadesidir.”
Gazeteciler konuşmanın devamını dinlemeyi gereksiz buldular, birer ikişer ayrıldılar tartışma alanından
Kasım Gülek, “O sözü bir sürçü lisan olarak söylemişim" diyordu ama, gazeteciler onu artık dinlemiyorlardı.
Kasım Gülek'in
bu durumda yapacağı tek şey, kahkaha atmak olacaktı herhalde.
O da kendinden bekleneni yaptı ve katıla katıla gülmeye başladı.
Gazeteler bir gün sonra
"Gülek istifa etmemiş” başlıklarının sonuna bir de parantezli nida işareti koyuyorlar ve
Gülek'in
toplantıda söylediklerini önce inkar ettiğini, sonra da teypten dinleyince sözlerini kabul etmek zorunda kaldığını yazıyorlardı.
O günden bir gün sonraki gazeteler ise bu kez sadece tek sütun önemindeki başlıklarını şöyle atıyorlardı:
“Bu defa doğru ise, Gülek istifa mektubunu postava verdi."
Bu olaydan sonra bazı gazeteciler, bir iş için
Avrupa'ya
giden arkadaşlarına fotoğraf makinesi sipariş etmek yerine bu kez teyp sipariş etmeye başladılar.
Ve sanırım o günden sonra bazı politikacılar da, gazetecileri
“dinleyebilme yeteneğinden yoksun kişiler” olmakla suçlamaktan vazgeçtiler ve...
Kafalarından geçirip, dillerinin ucuna getirdikleri sözleri, ağızlarına kadar uzatılan mikrofonlardan önce kendi kulaklarıyla duyup ancak ondan sonra söyleyebilme yeteneği edinmeye başladılar.
Etiketler:ayrılma kararı, basın bürosu, CHP, gazetecilik, gazetecinin teybi, istifa etmek, Kasım Gülek, politika, siyasal yaşam, sürç-ü lisan, teyp kaydı, zafer kazanmak