Sırtımı, sabrınızın sağlamlığına dayamak istiyorum... Başımı, hoşgörünüzün koruyucu gölgesine uzatmak istiyorum... Derdimi, öfkemi, yüreğinizin korunda eritmek istiyorum...
Ve sizle bugün, bir kızgınlığımı, bir öfkemi, bir derdimi paylaşmak istiyorum.
Şikayet konum,
İstanbul’daki Atatürk Kütüphanesi’dir.
Genellikle lise öğrencilerine hizmet veren bu kütüphaneden, öğrenci olmayan kişiler de yararlanmaktadırlar.
Bu kişilerden biri de benim. Bir bilseniz kimlere karşın ve bir bilseniz o kimlerin ne tür konuşmalarına, hitaplarına ve davranışlarına karşın yararlanmaya çalışırım, üstelik “
Atatürk” adını da taşıyan o kütüphaneden...
Yaşıma ve izin verin içtenlikle söyleyeyim, belirli bir kültür düzeyinin üstündeki kişiler tarafından kolaylıkla tanınmamı sağlayan mesleksel kimliğime aldırmaksızın bana böylesine saygısız davranışlarda bulunan o kütüphanedeki, o görevli personelin, gencecik lise öğrencilerine nasıl davrandıklarını da, onlara nasıl hitap ettiklerini de hemen her gidişimde, inceden inceden gözlemledim, hep.
Ve bu ülkeyi sekiz yıl sonraki yeni yüzyılda yönetmelerini umduğumuz o Cumhurbaşkanı adaylarımızın, Başbakan adaylarımızın, hükümet üyesi adaylarımızın, doktor, mühendis, yargıç, avukat adaylarımızın, hiçbir insanın görmek hakkı olmadığı bir saygısızlık ve kabalık karşısında nasıl da susup, boyunlarını eğdiklerine, nasıl da kolayca sindiklerine gözlerimle tanık oldum.
“İlerdeki günleri” ne özenle hazırlanmaya çalışan genç kişiler ile
“gerideki günleri” ne dayanarak bugünkü yaşamlarına anlam katmaya çalışan kişilerin, bu amaçlarını gerçekleştirmek için geldikleri bir kütüphanede, kendileriyle
“aynı dili konuşabilen” görevlilerle karşılaşmak istemeleri en doğal haklarıdır.
Yaşamlarını apayrı bir çağda sürdürdüklerini tüm davranış biçimsizlikleri ve konuşma terbiyesizlikleriyle bağırırcasına
“ilan eden” görevlilerle bir kütüphanede, hem de adı
“Atatürk Kütüphanesi” olan bir kütüphanede karşılaşmaları ise, ileriye bakan gençlerin de, gerideki
“bir zamanlara” bakan olgunların da gözleri önüne, kara kara kapkara umutsuzluk perdeleri germektedir.
İşte, kapısından girer girmez karşılaşılan kimi görevlilerinin, çağın koşullarına ve uygar insan ilişkilerinin kurallarına uyumsuzluklarındandır benim derdim,
“Atatürk Kütüphanesi” nden.
“Atatürk” adına yakışır çağdaşlıkta kişiler görev yapsınlar istiyorum,
“Atatürk” adını taşıyan bu kuruluşta.
Ve
“Atatürk” adına layık bir düzene ve düzeye getirilsin istiyorum “Atatürk” adını taşıyan bu kütüphane...
Sadece bu konuyu değil, bu konunun kafamda ve yüreğimde oluşturduğu bir de önerimi paylaşmak istiyorum sizle.
İstanbul’daki
“Atatürk Kütüphanesi” yanı sıra,
Türkiye’nin neresinde olursa,
“Atatürk” adını taşıyan tüm kuruluşlarımıza da bir mülkiyet sorumluluğuyla sahip çıkmamızı öneriyorum size.
Adı ister
“Atatürk Kütüphanesi” olsun, ister
“Atatürk Üniversitesi” olsun, ister
“Atatürk Kültür Merkezi”, ister “
Atatürk Stadyumu”,
“Atatürk Sitesi”,
“Atatürk Caddesi” olsun…
“Atatürk” adını baş tacı olarak kullanan tüm kuruluşların, bundan böyle tümümüzün denetimimiz altında tutulmasını öneriyorum.
Bu kuruluşların “birinci vazifesi”, Atatürk’e layık olabilmektir.
Onların öncelikle, bu “vazife”lerini yerine getirip, getirmedikleri denetlensin istiyorum.
Bunun kimler tarafından ve nasıl yapılması gerektiği konusunda ise...
“Naçizane bir önerim var” demiyorum asla.
“Uygulanması uğrunda yaşamımın son saniyesine değin savaşım vermeye ve... Benimsenip, uygulanmasını sağlamak için yaşamımın son saniyesine değin davacısı ve takipçisi olacağıma huzurunuzda yemin ettiğim” bir de yöntem öneriyorum:
Atatürk’ün adını taşıyan tüm kuruluşlar, yılda en az bir kez, özel bir denetçiler kurulu tarafından denetlenmelidir ve...
İçlerinde
“Atatürk” adını taşımaya layık görülmedikleri bu denetimler sonunda belirlenen kuruluşlardan
“Atatürk” adı, kesinlikle geri alınmalıdır.
Bir otelin,
“beş yıldız”ını sahip çıktığı denli bir titizlikle en az, biz de bir mülkiyet sorumluluğuyla
“Atatürk” adına sahip çıkmalıyız, artık.
Rahatlık ve lüksünde gerileme olduğu saptanan herhangi bir otelin elinden, bu özelliklerin simgesi
“beş yıldız” nasıl geri alınabiliyorsa... Bir çağdaşlık ve uygarlık simgesi
“Atatürk” adı da,
Türk ulusunu hak ettiği ve layık olduğu çağdaşlık ve uygarlık düzeyinden uzak tutan tüm kuruluşların başlarından koparılıp, geri alınmalıdır.
İşlevini,
“Atatürk" adına layık olabileceği çağdaşlıkta ve uygarlıkta yapamayan bir kuruluşun, bu çağdaşlık ve uygarlık simgesini adında taşımaya hakkı yoktur, çünkü.
Sadece
“Atatürk” adını taşıyabilmek değil,
“Atatürk’ çüyüm” diyebilmek de o kadar kolay olmamalıdır, artık.
“Atatürk’ çüyüm” diyebilmenin de bir bedeli olmalıdır.
Atatürk’ü sevmek,
Atatürk’e hatta layık olabilmek yetmez...
“Atatürk’ çüyüm” diyebilmek için,
Atatürk’e sahip çıkmak da gerekmelidir, hem de
“birinci vazife” olarak, özellikle şimdilerde…
AtatürkAtatürk Kültür MerkeziAtatürkçülükİstanbulkütüphaneŞikayet