05 Aralık 1993
‘Azparagaz’ nasıl oldu ‘asparagas’
Türkiye'de bir gazeteciyle bir kez olsun
“merhaba”laşmamış kimi kişiler, yaşamlarında ilk kez tanıştıkları bir gazeteciye nedense, kendilerinin de gazetecilikle ilgili çok önemli bilgilerin sahibi olduklarını açıklamak gereksinimi duyarlar.
Konu hakkında derinimsi bilgicikleri olanlar, söze köpeklemeyle girerler:
“Bir köpek bir insanı ısırırsa, bu haber değildir... Fakat bir insan bir köpeği ısırırsa, bu haberdir” diyerek, çok gizli tuttuğumuz bir meslek sırrımızı ifşa etmekten çekinmezler.
Gazetecilik konusunda böylesi önemli bilgilerin sahibi olan bu kişiler dışında bir de, gazeteciler tarafından, çoğu zaman haksız yere, nasırına basılmış kişiler de vardır ki...
Onların en iyi bildikleri gazetecilik deyimi ise,
"Asparagas”tır.
Oluşturduğu örneğin etkinliği nedeniyle
“Asparagas”
sözcüğü, bir yandan kimi gazetecileri suçlamak için kullanılan bir yargı ifadesi, bir yandan da gazetecilikte yerleşen mesleksel bir deyim olmuştur.
Çok kişi
“Asparagas" sözcüğünün,
"yalan haber" anlamında kullanılan bir mesleksel sözcük olduğunu sanır.
Bu sanı herşeyden önce
‘'Asparagas" ın ruhuna haksızlık olmaktadır.
Çünkü
“Asparagas”, öyle sıradan bir
"yalan haber” türü değildir; aksine, özenli bir senaryo uyarınca oluşturulmuş
“senaryolu yalan haber” türüdür.
“Asparagas” haberde tek
“yalancı”, haberi yazan ve fotoğraflayan gazeteci değildir. Haberin kahramanı kişi de bu
"senaryolu yalan haber”in
öteki
"yalancı” kişisidir.
Çünkü bir
"Asparagas” haber, o haberi bildiren gazeteci
ile, o haberde adı geçen kişinin birlikte kararlaştırdıkları ve birlikte gerçekleştirdikleri bir ortak
“yalan”dır.
Diyelim,
İzmir Fuarı’ndaki gazinolardan birinde,
Haydar Paşa’ nın gelini diye tanıştırıldığımız
Christine Haydar hastalanırsa...
Onunla aynı gazinoda çalışan
"Doktor" Cüneyt Arkın da, sırtına beyaz gömleğini geçirip, kulaklıklarını kulaklarına taktığı, öteki ucunu da
Christine Haydar ın çıplak sırtına dayadığı steteskopuyla, onun ciğerlerini muayene ederse...
Ve bu fotoğraf da bir gazetede,
"Christine Haydar kuliste hastalanınca, aynı gazinoda birlikte çalıştığı Doktor Cüneyt Arkın kendisini muayene etti” haberiyle yayınlanırsa...
Bu
“Asparagas" haberin suçlusu sadece o fotoğrafı çekip, o haberini yazan gazeteci değildir, haberin
"senaryosu uyarınca" o gazeteciye o pozu veren
“Doktor” Cüneyt Arkın'la, “hastası" Christine Haydar’ dır da...
“Asparagas” haber, işte böylesi bir ortak
"suç”un
doğurduğu
“senaryolu yalan haber”dır.
Levent’teki evinde eşi ve çocuklarıyla şimdi, emekliliğinin keyfini yaşayan
Yavuz O . adlı eski bir bankacı,
“Ömrünün 21'inci baharını yaşadığı" o 1963 yılının Haziran’ında, kız kardeşiyle birlikte bir gazetecinin objektifine
“iki sevgili” pozları verirken elbette,
Türk basınına
"senaryolu yalan haber” türü ile bu türü tanımlayan
"Asparagas” sözcüğünü hediye edeceğini, aklının kenarcığından bile geçirmemişti.
Babasının
Fransa'daki
görevi bittikten sonra
Türkiye’ye
dönen ailenin ev eşyasının konulduğu
"konteyner”, içindeki eşyanın taşınmasında sonra evlerinin bahçesinde boş boş duruyordu.
Yavuz O. ve birkaç arkadaşı, evcilik oynayan kız çocukları örneği, bu dev boş sandığın içini süsleyip, burayı özel klüpleri yapmak istediler.
“Uydurma bir kapı takıp, içine de dergilerden kesilmiş
birkaç fotoğraf yapıştırırsak, gidemediğimiz gece klüplerine gitmiş gibi oluruz” dediler
“Müzik dinleriz, sohbet ederiz, neşeli bir yaz geçiririz...”
Oybirliğiyle alınan bu karardan sonra, başka bir önerinin görüşülmesine geldi sıra.
“Kulübemizin, daha doğrusu, klübümüzün bir de adı olsun” dediler ve... Başladılar akıllarına gelen adları birer birer sıralamaya.
Yavuz O., klüplerinin adının özel bir anlamı olmasını da söyledi ve şöyle bir öneride bulundu.
“Biz gece klüplerine neden gidemiyoruz?.. Çünkü paramız yok” dedi “Burada ise az para ile birbirimize gaz verip, idare edeceğiz, kendi klübümüzü kendimiz yapmış olacağız. Ben klübümüzün adının ‘Az-para-gaz’ olmasını öneriyorum.”
Bahçe,
Yavuz’ların kendi evlerinin bahçesi... Koca sandık,
Fransa’dan onların ev eşyasını taşıyan, onların malı sandık... Bu kadar malın sahibi Yavuz’un önerisi kabul edilmez mi, hiç?
“Kabul ediyoruz, Yavuz” demiş arkadaşları
“Klübümüzün adı, Azparagaz olacak ama...”
Yavuz'un
kaşları çatılmış:
“Ama’sı da ne?” demiş.
Arkadaşları ufak bir rötuş yapmak istemişler bu isimde:
“Azparagaz’ın sonundaki z harfini s yapalım” demişler “Bizim gaza, Amerikalıların dediği gibi gas diyelim, havamız modernleşsin...”
Öneri,
Yavuz O.’nun onayından geçtikten sonra klübün adı, yeni biçimiyle
“Azparagas” olarak kabul edilmiş.
“Haydi! Şimdi bu adı, klübümüzün kapısının üstüne yazalım...”
Aradan otuz yıl geçtikten sonra
Yavuz O. bu olayı anlatırken, bir ara şöyle dedi:
“Birgün kulübümüze bir gazeteci geldi.
‘Ben bu kulübenin resmini gazetenin birinci sayfasında yayınlatırım' dedi.
Hepimiz dalga geçtik. Ertesi gün yanında foto muhabiriyle geldi. Kız kardeşimin ve benim, kulübenin önünde resimlerimizi çekti.
“Bu fotoğrafları haber yapıp, gazeteye basacağına hiç ihtimal vermemiştik” dedi şimdi Yavuz O.
“Nasıl olsa çekiyor diye, ben de kardeşimle hatıra niyetine bol bol fotoğraf çektirmiştim... Fakat üç gün sonra...”
“Fakat üç gün sonra”nın devamını
Yavuz O.’dan daha sonra dinlemek üzere, isterseniz şimdi,
“o üç gün sonra" ki gazetenin birinci sayfasına bir göz atalım:
Kapısının üstünde “
Azparagas” yazılı ve tek gözlü bir gecekonduya benzeyen kocaman konteynerin önünde
Yavuz O.’nun gitar çalarken, biraz ötede ise kızkardeşinin yemek pişirirken çekilmiş koskoca fotoğrafları yayınlanıyor ve...
“Amerikalı kız, Türk sevgilisiyle bir gecekonduda yaşıyor” başlığı altında, ikinci bir başlık yer alıyor:
“Yaşar’ın New York’tan getirdiği Betty’yi ailesi istemeyince, onlar da Bebek sırtlarına yerleşti.”
Bu iki başlığın altında ise, şu “senaryo haber” yayınlanıyor:
“Yüz dört katlı gökdelenlerin altında başlayan aşk, İstanbul’da tek odalı bir gecekonduda devam etmektedir.
Bebek sırtlarının, Boğaz’ın mavi sularına hakim olduğu bir yamaçta, genç sevgililerin birlikte yaptıkları tahta gecekonduya, Türk gencinin Amerikalı sevgilisi “Dünyanın en güzel sarayı” demekte ve evlenmeden, bu sarayı terk etmemeye azimli olduğunu söylemektedir.
New York’ta Başladı
İki sene kadar önce resim tahsili yapmak üzere New York’a giden 21 yaşındaki Yaşar Sönmez ismindeki Türk genci ile zengin bir sanayicinin kızı olan 19 yaşındaki Betty Ashande, bir cafeteriada tanışmışlardır.
Yaşar, hergün karşısında yemek yediği güzel gözlü kızın bir portresini yapmayı arzulamış ve ilk arkadaşlıkları böylece başlamıştır.
Genç ressam, New York’un meşhur Central Parkı’nda, hayranı olduğu kızın portresini yaparken, iki gencin gözleri bir anda birleşmiş ve aşk meleği, her ikisini de kalplerinden sihirli oku ile vurmuştur.
Ayrılık ve Gözyaşı
Bundan sonra iki sevgilinin buluşmaları, daha da sıklaşmıştır. Fakat tatlı günler çabuk geçmiş ve Yaşar'ın tahsili bittiğinden Türkiye'ye dönmek zorunda kalmıştır.
Nisan’ın 27'inci günü New York’tan hareket eden geminin arkasında hıçkırıklarını tutamayan Betty de, sevdiği gencin peşinden Türkiye’ye gelmeyi kararlaştırmıştır.
Aile İstemiyor
Yaşar İstanbul'a gelince durumu ailesine anlatmış, fakat şehrimizin tanınmış iş adamlarından biri olan babası, iki gencin birleşmelerini kabul etmemiştir.
“Bu sırada Yaşar’a Amerika'dan gelen mektuptan, sevgilisi Betty'nin birkaç güne kadar Türkiye’ye geleceği anlaşılmıştır.
Sevgilisini kabul etmeyen ailesi ile arası açılan genç ressam, ne yapacağını şaşırmış bir halde, güzel gözlü Betty'sini Yeşilköy'de karşılamıştır.
Gecekonduda
Betty’ye durumu anlatan Yaşar, Bebek sırtlarındaki gecekonduyu yapmalarını teklif etmiş, genç kız da bu teklifi kabullenmiştir.
Bugün için genç sevgililer, nikah memurunun karşısına çıkacakları günü sabırsızlıkla beklemektedirler.
Gecekondularında, Betty akşam yemeğini hazırlarken. Yaşar da elinde gitarı ile şarkı söylemektedir. Betty, bütün bu zorluklara rağmen, hayatından memnun olduğunu belirterek şunları söylemektedir:
“Bu ufak kutu, benim için saadetin bir sembolü ve aşkımın kuvvetidir. Burasını çok seviyorum. Çünkü sevgilim bu gecekonduda, bana seni seviyorum diyor. Amerika’ca bu şekilde hayat sürenlere, bitnik, Fransa’da da ekzisansiyalist denmektedir.”
Gazetenin birinci sayfasında bu haberin yayınlandığı o günü
Yavuz O., şimdi şöyle anlattı:
“Üç gün sonra gazetenin birinci sayfasında bizim kulübenin resmini gördüm. Kız kardeşim güya Amerikalıymış... Aşkından kalkıp, Türkiye’ye gelmiş. Bir kulübede yaşıyormuşuz.
Haberi okuyunca dizimin bağı çözüldü. Babam uyanıp gazeteyi görünce bana çok kızacaktı. Sabahın 7’sinde evden kaçtım. Kimsenin beni tanımadığı bir yerlere gitmeliydim. Tam bir panik halinde Levent'ten çok uzaklara gitmek istedim. Günümü uzakta bir yerde saklanarak geçiririm düşüncesiyle Kapalı Çarşı'nın arka taraflarında dükkanı olan bir arkadaşa gitmeye karar verdim.
Otobüsten inip dükkana gidinceye kadar bir sürü insanın ‘Yaşar’ diye seslendiğini duydum. Önceleri ‘Burada ne kadar da çok Yaşar isminde insan var’ diye düşünürken, aklıma gazetedeki fotoğrafımın altına Yaşar yazıldığı geldi. İnsanlar beni tanımışlar, bana sesleniyorlardı. Bir koşu tutturdum. Arkadaşımın dükkanına ‘Beni sakla’ diye yığıldım. O zaman bana çok kötü birşey yapmışım gibi geldiydi. Çok utanmıştım."
Herşeyin bununla bittiğini sanan
Yavuz O., bir gün sonra aynı gazetede
“Amerikalı sevgilisiyle aşkının’’ ikinci bölümünü okudu
“Gecekondu Aşıkları, Çok Mutluyuz Diyorlar” başlığın altındaki ikinci başlıkta ise şöyle deniliyordu:
“Yaşar’ın babası nihayet Amerikalı geline razı oldu ama, şimdi de valide hanım muhalefette...”
Ve bu iki başlığın altında, şu haber yer alıyordu:
“Gönüller bir olunca samanlık seyran olur” derler.
Atalarımızın asırlar önce söylediği bu söz, 19 yaşındaki Amerikalı Betty Ashade ile 21 yaşındaki Türk genci Yaşar Sönmez için söylenmiş olsa gerek.
Aşkın yeri ve zamanı olmuyor. Etiler’deki Krizantem sokağında 7 ve 9 numaralı evlerin arasına kurulu küçücük kulübedeki Betty ve Yaşar’a, komşuları yardım elini uzatmışlardır.
İlk yardım, dokuz numaralı evden gelmiş ve “Küçük
Kulübe”nin gece ışıksız kalmaması için, kablo ile elektrik cereyanı verilmiştir.
Genç aşıklar, dünü kulübelerinin civarında geçirmişlerdir. Bir ara Betty, akranları genç kızlarla birlikte denize gitmiş, böylece on günden ben ilk defa yıkanmıştır.
Duvarlarında, “Betty benim olacak, olmazsa dünya zindan olacak”. “Ümit, ızdıraplarımızın uyku ilacıdır”, “Erkeğin güzelliği ruhunda, kadının ruhu güzelliğindedir" yazıları okunan “Küçük Kulübe” dün meraklılarla dolup taşmıştır.
Yaşar Sönmez, dün Betty ile evlenebilmek için ailesi nezdinde yeni bir teşebbüste daha bulunmuştur.
Babası, Yaşar’ın Betty ile evlenmesine razı olmuştur. Ancak, annesi oğlunun, “Yabancı kızla” evlenmesine hala muhalefet etmektedir.
Yaşar ve Betty kışa kadar “Küçük Kulübe”den ayrılmamak niyetindedirler.
“Şimdilik burada çok mesuduz. Kendimizi en konforlu apartmanlarda gibi hissediyoruz” demektedirler.”
O günden sonra
Yavuz O., “gazete” ve “gazeteci” sözcüklerini kişisel
“lügatı”ndan
sildi.
Fakat
Türk basını, onun kadar vefasız çıkmadı.
Yavuz O,’nun kulübesine verdiği
“Azparagas” sözcüğünü aldı,
"senaryolu yalan haber” türünü tanımlayan tek sözcük olarak kullanmaya başladı onu.
“Azparagas” sözcüğü otuz yıldan buyana ağızdan ağıza dolaşıp, çiğnene çiğnene sonunda,
“Asparagas” sözcüğüne dönüştü.
Ve kullanıla kullanıla kimi gazetecilerin de, kimi sanatçıların ve politikacıların da öylesine hoşlarına gitmeye başladı ki...
“Asparagas” habere yatkın gazetecileri buldular, onlarla birer, ikişer haberlik de olsa,
“Asparagas” ortaklığına giriştiler.
Kendilerine hissettirmeden kullanmayı başarabildikleri o gazetecileri ise, ilginç bir haber bildirmiş olmaları sarhoşluğuyla bir yandan kendi reklamlarında kullandılar, bir yandan da onların, mesleksel bir erozyonun kırıntılarına dönüşmelerine neden oldular.
Etiketler:Asparagas, gazete, Gazeteci, gece klübü, gecekondu aşıkları, haber, Haydar Paşa, insanın köpeği ısırması, kulübe, mesleksel erezyon, mete akyol, Senaryo, yalan, yalan haber, yalancı, Yaşar Sönmez