28 Şubat 1993
Demirel’in köyünde CHP’ye iki oyu kim verdi?
Celal Bayar ve Adnan Menderes’in Demokrat Partisi’nin 1950 yılında kazandıkları zaferden sonra Türkiye’deki en büyük demokratik zaferi, 1969 yılında
Süleyman Demirel’in Adalet Partisi kazandı.
Demirel’li
Adalet Partisi o yıl yapılan seçimde, tüm partiler için artık hayal bile olmayan yüzde 54’lük bir başarı sağlamış ve tam 256 milletvekilliği kazanmıştı.
Başta
Adalet Parti’liler olmak üzere, Türkiye’de
Cumhuriyet Halk Partisi’nin karşısındaki tüm partilerin taraftarları, bu siyasal zaferi bir demokrasi bayramına dönüştürdüler ve...
Ülkenin dört bir yanında kimi horon teperek, kimi halay çekerek, kimi
“Çayda çıra”, kimi
“Hamsi koydum tavaya”, kimi
“Kekliği düz ovada avlarlar”, kimi
“Harmandalı efem geliyor” oynayarak bu demokrasi bayramını kutlamaya başladılar.
Tüm Türkiye,
Demirel’in
Adalet Partisi’nin bu zafer sevinciyle hop oturup, hop kalkarken…
Sadece Ankara’da bir kişi, cenaze çıkmış bir evin sahibi gibi idi ve... Sadece Anadolu’da küçük bir köy, cenaze çıkmış bir ev gibi idi.
Adalet Partisi’nin bu zaferi karşısında yaslara bürünüp, kara kara düşüncelere dalan o büyük kişi, zaferin sahibi
Süleyman Demirel’di.
Bu zafer sonrasında cenaze çıkmış eve dönen o küçük köy ise,
Isparta’nın İslamköy’ü idi. Bilenler bilmeyenlere söylesinler, lütfen:
İslamköy, Süleyman Demirel’in
doğduğu, büyüdüğü köydür.
Süleyman Demirel, bu köyde doğmuş olmakla, bu köyde büyümüş olmakla her zaman gurur duymuştu ama...
Şimdi alnını avucuna dayamış,
“İslamköy’lü olmasından ötürü elalemin yüzüne nasıl bakacağını” düşünüyordu kara kara... Çünkü 2600 seçmeni olan
İslamköy’de Adalet Partisi 2598 oy almıştı ama... Sandıklardan iki oy da
Cumhuriyet Halk Partisi’ne çıkmıştı. Hazmedilir bir durum muydu, bu?
Süleyman Demirel Ankara’daki evinde bu durumu hazmedemediği için
“of”lar,
“pof”lar çekerken,
İslam
köy’de de tüm hemşehrileri bir araya geldikleri köy kahvesinde,
“Demirel’in yüzüne bundan sonra nasıl bakacaklarını düşünüyorlardı.
“İçimize her nasılsa sızabilmiş olan bu iki CHP’liyi en kısa zamanda bulup, bu durumu Sayın Demirel’e bildirmezsek, bilin ki onun yüzüne bakmaya hiçbirimizin hakkı olmayacaktır” diyorlardı.
İslamköy’lüler,
Türkiye Cumhuriyeti’nin
Başbakanlığına kadar yükselen köylerinin çocuğuna karşı, hemşehrilik görevlerim layıkıyla yapamamışlardı, Oysa
Süleyman Demirel, İslamköy’e neler neler yapmamıştı ki...
Toplantıda bu konudaki görüşler şöyle toplandı:
“Ortaokul dedik, yapmadı mı?.. Hastane dedik, yapmadı mı?.. Yetiştirme Yurdu dedik, yapmadı mı?.. Elektrik dedik, içme suyu dedik, yapmadı mı?.. Arazi sulama suyu dedik, PTT binası dedik, taa şehre kadar asfalt yol dedik, yapmadı mı?.. Daha ne isteyecektik ki yani? İslamköy’ü başkent yapacak da değildi ya...”
Demirel’in
İslamköy’e yaptığı hizmetleri sıralandıkça.
İslamköy’lüler utançlarından neredeyse birbirlerinin bile yüzlerine bakamıyorlardı. Çaresi yok, yapacakları tek şey vardı: İçlerine sızabilmiş bu iki CHP’liyi bulup, mutlaka ortaya çıkaracaklardı. Sonunda ortak bir noktada birleştiler
Aralarındaki iki CHP’liyi bulabilmek için hep birlikte bir
“tahkikat” yapmaya karar verdiler. Üyeleri, o an kahvede bulunan
İslamköy’lülerden oluşan
“Tahkikat komisyonu”, çalışmalarına hemen o gece başladı ve...
İlk hedef olarak sekiz on kişi,
İrfan Hoca’nın evine gittiler.
İrfan Hoca olarak tanınan
İrfan Gülbudak, İslamköy’lü değildi.
CHP’ye oy veren iki kişiden biri olması olasılığı, bu yüzden çok yüksekti. Köylülerin kuşkulandığı
İrfan Hoca’nın evine ertesi gün öğleden sonra ben de gittim.
“Hakkımdaki kuşkular ve ithamlar, benim bu köyden olmamamdan ötürü yapılmıştır” diyerek başladı savunmasına
“Benim bu köyden olmadığım doğrudur ama, bir doğru daha vardır ki, ben bu köyden evliyimdir
. Tam kırk yıldır İslamköy’ün eniştesiyimdir ben.”
Tahkikat komisyonu üyeleri karşısında kendini nasıl temize çıkarabildiğini sordum.
“Evime gelenlere, 46 demokratı olduğumu ispat ettim” dedi
“Torbalı’da Mal Müdürü olduğum sıralar, zamanın Maliye Bakanı Şevket Adalan idi. Benim demokrat olduğumu duymuş... Az mı süründürdü beni?.. Ben nasıl Halk Partisi’ne veririm oyumu?..”
Paçasını
Tahkikat Komisyonu’nun elinden kurtarabilmesi için bu kadarcık savunma yeterli olmamış.
“Evime gelen tahkikatçılar arasında, dini bütün hemşehrimiz Hakkı Başaran’da vardı” dedi
“O bana üçten dokuza yemin ettirdi. Yeminimden sonra inanabildi ancak, o iki oydan birini benim vermediğime...”
Koyu bir
İslamköy’lü olduğunu söyleyen
Süleyman İncekara ise, bambaşka bir savla ortaya atılarak, tüm
İslamköy’ü savunmaya çalıştı:
“Köyümüzden CHP’ye iki oy çıkmış olması demek, köyümüzde ille de iki tane CHP’li İslamköy’lü var demek manasına gelmez” dedi.
Kendimi tutamadım, başladım gülmeye:
“Ya ne manasına gelir, Süleyman bey?” dedim.
Süleyman bey, adaşının mantığıyla yaptı açıklamasını:
“Köyümüzde iki CHP’li olsaydı, onların kimler olduklarını bilirdik” dedi
“Biliyor muyuz bu köyde iki kişinin CHP’li olduğunu?.. Bilmiyoruz. Madem bilmiyoruz, o halde onlar da yoklar demektir.”
Ben de başka bir yöne sürükledim konuşmayı:
“Bildiğiniz iki CHP’li olmadığına göre, demek ki köyünüzde bilinen, tanınan CHP’li yok ama...” dedim ve ufacık bir bit atıverdim kafalarının içine:
“Sandıktan iki tane CHP oyu çıktığına göre, demek ki köyünüzde, sizin bile bilmediğiniz iki tane gizli CHP varmış.”
Süleyman İncekara, başparmağına iğne batmış acemi terzi çırağı gibi yerinden fırladı:
“Bu köyde esas CHP’li bir kimse olmadığı gibi, şüpheli CHP’li bir kimse de bulunamaz” dedi
“Esası, hakikisi, şüphelisi, gizlisi, yani CHP’linin hiçbir cinsi yaşamaz bu köyde.”
İslamköy Tahkikat Komisyonu’nun bir gece, bir günde bulamadığı iki
CHP’liyi şimdi ben arıyordum. Adımımı nereye atsam, yirmi otuz kişi benimle birlikte oraya geliyordu.
Soruşturmamı biraz daha derinleştirdim:
“İçinizde hiç, İsmet Paşa’nın emrinde savaşmış bir gazi var mıdır?”
Bir koro düzeniyle yanıtladılar sorumu:
“Asla... Hayır...”
“Pekiii... İçinizde hiç İsmet Paşa’yı seven var mıdır?”
Yine aynı nakarat yükseldi:
“Asla... Hayır...”
“Pekiii... İçinizden biri birgün bir laf arasında (Şu İsmet Paşa’nın dedikleri de doğru galiba) diye bir söz kaçırdı mı ağzından?”
Hep aynı nakarat:
“Asla... Hayır...”
Belediye Zabıta memuru
Hilmi Şahin, İrfan Hoca’nın
yeminine inanmadığını, ondan kuşkulandığını söyledi:
“Bir kere adam buralı değil, Atabey’lidir” dedi
“Atabey ile her zaman niza halindeyizdir İslamköy olarak... Birbirimize kanımız pek ısınmaz yani... Kırk yıllık eniştemiz olsa da, damarlarında ne de olsa Atabey köyünün kanı var. İntikam için, köyümüze böyle bir leke sürülsün diye o yapmıştır. Hem İrfan Hoca, mektep medrese görmüştür. Okumuşluğu vardır yani. (Maliye Okulu’nu bitirdin ben) diyor hep. Haklı olarak ondan şüphe ediyorum hala...”
Belediye binasında
Hilmi Şahin’le
konuştuğumuz sırada içeri
Yaşar Tuygun adlı bir kişi girdi.
“Bizim buradaki Yetiştirme Yurdu’nun Müdürü’dür” diye tanıttı
Hilmi Bey.
İçimden,
“İslamköy’deki iki CHP’liden birini yakaladık galiba” diye geçirirken, adamcağız gözlerimden mi okudu kafamdakileri ne?
“Hayır, hayır... Ben değilim o iki CHP’liden biri” dedi ve hemen savunmasını da yaptı:
“Çünkü ben Isparta’da oturuyorum ve buraya sabah gelip, akşam dönüyorum. Kaydım Isparta’da olduğu için oyumu orada kullandım. Burada kimse benden şüphelenemez.”
Yetiştirme Yurdu müdürünü görünce aklıma ilkokulun müdürü geldi.
“Ben öğretmenlerden oldum olası hep kuşkulanmışımdır” dedim “Aydın kişiler oluyor onlar... İlkokulunuzun müdürü vermiş olmasın o iki CHP oyundan birini?”
Söylediklerimi dinlemediler bile:
“İlkokulumuzun müdürü Ahmet Arıkan’dır” dediler
“Doğma büyüme buranın çocuğudur. Sapına kadar İslamköy’lüdür... Asla o olamaz içimizdeki CHP’li...”
Birden aklıma
PTT geldi.
“Ya PTT müdürü?” dedim “O da mı İslamköy’lü?” Değilmiş ama, akıllı adammış PTT müdürü.
“İçerde kağıda mühürü basıp, kağıdı zarfa koyup, getirip sandığa atıyorsun ya...” E-eee?
“Bizim PTT müdürü oy kağıdında tabii, Adalet Partisi’nin altına basmış mühürü... Sonra da oy kağıdını zarfa koymadan sandık kurulundaki herkese tek tek göstermiş... (N’olur n’olmaz biri bir yanlışlık yapar da, yabancıyım diye benden şüphelenirsiniz diye kendimi şimdiden temize çıkarayım) demiş, oyunu ondan sonra atmış sandığa...”
Nuri Toksöz, hiçbir
İslamköy’lünün doğduğu, büyüdüğü köye böyle bir leke sürmeyeceğini söyledi:
“Köyümüzde bir gözü kör, öteki gözü doğru dürüst görmez 85’lik bir titrek nine vardır" dedi
“Mühürü belki o Adalet’in altına basacakken gözü görmemiştir, eli titremiştir, yana kaydırıp, CHP’ye basmıştır...”
Nuri Toksöz’ün
bu buluşu, kısa sürede tüm
İslamköy’e yayıldı:
“Bu iş mutlaka bir yanlışlıktır... Bu yanlışlığı da yapsa yapsa, titrek nine yapmıştır...”
Kime birşey sorsam, CHP’ye verilen iki oydan birini kesinlikle titrek ninenin verdiğini söylüyordu. Bunu söyleyenlerden birini kızdırıp da, konuşturmak için tuttum, kendisini suçladım:
“Adınızın Ali Karayürek olduğunu mu söylediniz?” dedim ve not defterimde önce sanki bu adı arıyormuşum gibi, sonra da bulmuşum da, o notlarımdan okuyormuşum gibi yaptım ve onu suçladım:
“Dört kişi, şüphelendikleri şahıs olarak bakın sizin adınızı vermişler” dedim “İşte burada yazılı...”
Sadece
Ali Karayürek değil, çevremdeki tüm
İslamköy’lülerden kocaman bir kahkaha patladı:
“Hepimizden şüphelendin diyelim ama, bir tek Ali Karayürek’ten şüphelenemezsin” dediler.
Süleyman Demirel’in öz be öz dayısıymış, meğer.
İslamköy’de
birgün daha kaldıktan sonra anladım ki, CHP’ye oy veren iki kişiden ötekini bir türlü bulamayacağım.
Birincisini tüm
İslamköy’lüler bulmuşlardı:
“Gözleri görmez, eli tutmaz titrek nine idi biri ama... Ya öteki?... O kimdi?”
Ankara’ya
gelir gelmez,
Ankara’daki İslamköy’lü Başbakan Süleyman Demirel’in evine gittim,
“İslamköy’de CHP’de oy veren iki kişinin kimler olabileceklerini” ona sordum.
Demirel, o günlerde de aynen bugünkü gibi yanıtlar vermesiyle ünlüydü:
“Hiçbir İslamköy’lü CHP’ye oy vermez, vermemiştir de...” dedi
“Mevzu bahis o iki oy asla İslamköy’lülere mal edilemez...”
Hoppalaaa... Gel de çık içinden işinden:
“Gökten düşmedi ya bu iki oy, beyefendi” dedim
“Onlar nereden geldi dersiniz, Sayın Başbakan’ım ?”
Süleyman Demirel de aynen hemşehrileri gibi konuştu:
“İnsanın körü vardır, az göreni vardır, eli titreyeni vardır” dedi
“Kiminin eli yaşlılıktan titrer, kimi gençtir, heyecandan titrer eli... Mührü tam Adalet’in altında basacakken kaydırır. CHP’nin altına basmış olur. İslamköy’deki bu iki CHP oyunun başka izah tarzı yoktur...”
Demirel bunları söyledikten sonra, bize fırsat vermedi, bu sözlerinin sonunda söylenecek sözü de kendi söyledi:
“Va mı bunun başka izah tarzı?..”
Bu olaydan tam 18 yıl sonra, 1987’de
“Yasaklı siyasiler”in seçilme yasaklarının kaldırılıp, kaldırılmaması için referandum yapılıyordu. Yasakların kaldırılmasını isteyenler
(evet) oyu, yasakların kaldırılmasını istemeyenler ise
(hayır) oyu vereceklerdi.
“Bakalım şimdi ne sonuç çıkacak?” merakıyla kalktım, bir kez daha
İslamköy’e gittim. Eski dostlardan yaşayanlar, onsekiz yılın hatırıyla yere göğe komadılar beni.
“Bak bakalım, bu sefer bir tane bile fire verecek miyiz?" diye şakalaştılar benimle.
Fakat sandıklar açıldığında dört tane
(hayır) oyu çıktı.
O gecenin büyük bir bölümünü yine köy kahvesinde, İslamköy’lülerle birlikte geçirdim.
“Bu dört (hayır)a ne diyeceksiniz bakalım?” dedim “Hadi söyleyin şimdi... Kim vermiş olabilir bu dört (hayır) oyunu?...”
Yaşlı bir
İslamköy’lü, hem de ayağa kalktı ve nutuk çeker gibi elini havada sallayarak yanıtladı sorumu:
“Bu dört (hayırlı, içimize her nasılsa sızmış bulunan dört (hıyar) atmıştır mutlaka” dedi “Yoksa hiçbir
İslamköy’lü, üstelik böyle nazik bir zamanda, böyle bir nazik konuda, asla böyle bir hıyarlık yapmaz..."
O yanıttan sonra kahvede patlayan alkışlar, gece yarısına doğru
İslamköy’den ayrılışıma kadar sürdü...
Etiketler:Demokrat Parti, Halk Partisi, hayırlı, İslamköy, Oy sandığı, Seçim, Süleyman Demirel, Yasaklı siyasiler