08 Aralık 1991
İstanbul’da aşk, ihanet ve gözyaşı..
Nail’in uzattığı uzun parça kağıt, teleks kağıdıydı. Ankara Oteli'nin teleksinden Paris'e çekilmişti Telgrafın gönderildiği kişi
Mel Ferrer, telgrafı gönderen kişi ise
Gayle Hunnicutt idi. Kafamda bir anda
David Hemmings’in sözleri belirdi:
"Mel Ferrer’in sevgilisiydi. Partiye, Mel Ferrer’in kolunda gelmiş, partiden benim kolumda ayrılmıştı. Ben Gayle’i, Mel Ferrer’in elinden aldım."
Telgrafı okumaya başladım:
“Özlemine daha fazla dayanamıyorum Mel" diye başlıyordu telgraf ve aşk, aşk, aşkla doldurulduktan sonra
“Ne yapıp yapıp, bir yolunu bul ve Paris'e kadar gelmişken İstanbul'a da uzanıver. Ne zaman geleceğini bildirirsen, orada buluşuruz, sevgilim" diye bitiyordu.
Nail'e kelimelerle teşekkür etmedim. Yanaklarından öptüm, yanından ayrıldım. Ertesi gün, Ankara Oteli’ nin teleksinin çevresinde, vızıltısı bile duyulmayan bir sivrisinek idim.
Mel Ferrer’den ge
lecek yanıtı bekliyordum.
Telgraf akşama doğru geldi Paris'ten.
"Yarın Napoli’ye uçuyoruz" diye başlıyor ve bir dost yatıyla Napoli'den geleceklerini bildiriyordu.
Telgrafta, yatın İstanbul’da olacağı tarih, saati saatine bildiriliyor, grubun Hilton Oteli’nde kalacağı haberi veriliyordu.
Aşk ve özlem kelimelerinin bol bol geçtiği telgraf,
Gayle Hunnicutt’ un eline verildiğinde, kadıncağız çocuklar gibi sevinmeye başladı.
"Çok neşelisin bugün" dedim.
Gayle Hunnicutt “Dört günlük nişanlı bir kız neşeli olmaz mı hiç?” dedi.
Ankara’nın Dikmen tepesindeki Değirmen lokantasında bir akşam
Asaf Uçar, iki nişanlı ve ben birlikte yemek yiyorduk.
“Gayle yarın Londra’ya uçuyor. Filminin dublajı yapılacak yarın akşam, erkek erkeğe bir gece geçirelim, olur mu?” dedi
David Hemmings.
Gayle de dahil, hep birlikte gülüştük.
Çünkü
Gayle’in
ne yapıp yapıp, yarın Ankara'dan ayrılacağını çok önceden biliyordum. Yemekten sonra hemen gazeteye telefon açtım.
"Kafayı istiyorum" dedim.
“Kafa" sadece fiziksel açıdan değil, mesleksel yetenek, tecrübe ve birkaç dili anadili gibi konuşmasından ötürü gazeteci
Orhan Türel’e
kendimizin takıp, kendimizin söylediği bir takma addı
Kafa’ya;
“Dinle kafa, mama var sana. Yarın şu saatte İstanbul'a bir yatla, Mel ferrer, Yul Brynner ve bir yığın ünlü kişi geliyor” dedim.
Kafa
"Taze mama ver oğlum. Mısır'daki sağır sultan bile duydu onların yarın geleceğini." diye yanıt verdi
"Birazcık kafanı kullan da lafın gerisini dinle" dedim.
“Sen şimdi onları izlemekle zaman kaybetme. Bir foto muhabiri arkadaş izlesin, fotoğraflarını çeksin, yeter. Dediklerimi iyice not et. Şu şu saatte Ankara'dan kalkan THY uçağını kolla. Gayle Hunnicutt yengen geliyor o uçakla. Kadın burada nişanlısını uyuttu, (Londra'ya gidiyorum) dedi. Oysa İstanbul'da Mel Ferrer’le buluşacak, soluğu Hilton’da alacak. Gerisi sana kalmış artık.”
Bir gün sonra
Gayle Hunnicutt Yeşilköy’e konup doğruca Hilton'a gelmiş ve resepsiyonda kendisine bir mesaj olup olmadığını sormuş.
"Mesajınızı ben bildireyim size" demiş yanındaki bir kişi.
Gayle başını çevirip de
Orhan Türel’le
yüzyüze gelince, birden irkilmiş.
Orhan Türel büyük bir saygıyla,
Gayle’e beklediği mesajı vermiş:
“Mr. Ferrer ve arkadaşları şu anda Pandeli Lokantasındalar" demiş.
“Bu telefondan aramanızı istiyor.” O
da hemen aramış.
Mel Ferrer kıza otelde kalmasını söyleyip
“Orda kal, hemen geliyorum” demiş ama
Gayle uyanık davranmış:
“Bana oda numaranı söyle, oraya çıkayım, burada yanımda bir gazeteci var. İkimizi birarada görsün istemiyorum. Anlıyorsun beni değil mi?”
Ve odaya çıkmış.
Ertesi günkü Milliyet’in ortasında,
Orhan Türel haberi şu başlıkla bildiriliyordu:
“Sinema dünyasının son skandal bombası, İstanbul’da patladı. Gayle Hunnicutt on günlük nişanlısını atlatıp eski sevgilisi Mel Ferrer’le İstanbul’ da otel odasında buluştu"
Ertesi gün
David Hemmings beni telefonla aradı
“Bu rezalet nedir, Mete? Kim yazmış bu uydurma haberi?”
Ben de
“Ah bu İstanbul'daki arkadaşlar… Şimdi sana geliyorum.” dedim.
Otel’e, odasına gittiğimde
David Hemmings duvarları yumrukluyordu.
“Şimdi Hilton’a telefon ettim. Gayle’e hemen Ankara’ya dönmesini söyledim. O da herşeyin uydurma olduğunu söylüyor.”
Saf saf sordum:
“Yahu, David… Gayle, Yeşilköy’de bir saat kaldıktan sonra Londra’ya uçmayacak mıydı? Otele niye gitmiş?”
Dişlerini gıcırdattı:
“Saat beşte geliyor buraya. Gelsin, aynı soruyu ben de ona soracağım. İşin içinde Mel Ferrer adı olmasa, herşeyi uydurma deyip geçeceğim ama biliyorsun kızın benden önceki sevgilisiydi Mel..."
Akşamüstü Ankara’ya dönen
Gayle Otel’de beni de görünce başını yana çevirdi ve
David’e;
“Aramızda yabancılar olmadan konuşalım” dedi.
Bu benim için
“Yol göründü gaziler” marşı idi.
Ertesi gün
David Hemmings gazeteye
“yenilir yutulur" cinsinden olmayan bir tekzip gönderdi
Gayle’i aradım.
"Seninle konuşacak hiçbir şeyim yok” deyip telefonu yüzüme kapattı.
Otele gidip kat hizmetçisiyle bir not gönderdim odasına:
"Havuza in. Mel’e çektiğin telgrafın fotokopisini getirmiştim. Seninle görüşemezsem David’e veririm bunu."
İki dakika sonra, havuz başına indi. Bikinisinin üstüne bol delikli mini dantel giysisini giymişti. Sanki beş dakika önce telefonu yüzüme kapatan o değilmiş gibi gülüyordu:
“Ama senin elbiselerin var üstünde” dedi.
“Yüzmeyecek misin?”
Gayle'i havuz kenarından aldım, oturttum.
“Bana numara yapma bunu David’e yap ve gazeteye gönderdiği tekzibini geri aldır.” dedim.
“Ama David bu tekzip için çok ısrarlı. Nasıl vazgeçirebilirim” deyince
Mel Ferrer’ e çektiği telegrafın fotokopisini önüne koydum:
“Tekzip yayınlandıktan bir gün sonra bunu yayınlayacağım” dedim. Başladı hüngür hüngür ağlamaya.
“Mesleğimin başlarındayım ve böyle bir skandal beni mahveder. Bana ne Hollywood'da ne de İngiltere'de kimse rol vermez artık."
İçini çeke çeke ağlıyordu.
“David’i ikna edemem” dedi ve ağlamasına devam etti. Kalktım, boynuna sarıldım, gözyaşlarını parmaklarımın uçlarıyla silmeye başladım
.
Birden
“Şu arkandaki adam kim?” diye sordu.
Başımı çevirince aktör
Fikret Hakan'la gözgöze geldik.
Ankara’nın o Temmuz sıcağında kopkoyu lacivert bir takım elbise giymişti. Bizden başka kimsenin bulunmadığı bu havuz karşısındaki katta sanki bir şeyler düşünüyormuş gibi dolaşıyor, yandan yandan da
Gayle’i süzüyordu.
“Bu adam kim Mete?” diye bir daha sordu
Gayle.
O zamanlar tanışmadığımız
Fikret Hakan'dı
bu. Kıza
“Ha o mu? Önemli biri değil. Otelin dedektifi. Senin ağladığını görünce, herhalde meraklandı.” dedim.
“Ağladığımı kimse görsün istemiyorum” dedi.
“Gel odama çıkalım.”
Koltuktan kaltık, iki adım ötedeki asansöre bindik.
Gayle Hunnicutt ile
“pazarlığımız” uzun sürmedi
Nişanlısı
David Hemmings’i ikna edemez de biz de
David’in
"tekzibini” yayınlamak zorunda kalırsak günah bizden gidecekti.
Gayle, bu telgrafın duyulmasından son derece korkuyordu.
“Sen David'i bana bırak” dedi
“Bu gece ne yapar yapar, ikna eder tekzibi geri aldırırım. Sen de bu telgrafı unut, tamam mı?”
O akşam Hunnicutt kimbilir ne yapmışsa yapmış,
David Hemmings’ i
ikna etmişti.
David bir gün sonra beni aradı:
“Sen Asafı ben de Gayle'i alayım, bu akşam eskisi gibi bir dost yemeği yiyelim" dedi.
Hepimize çok uzun bir süre gibi gelen dört beş günlük küskünlükten sonra yeniden bir araya geldiğimizde, bu anı bir
"hatıra fotoğrafıyla" saptamak istedik.
Asaf üçümüzün fotoğrafını çekti. Sonra makinesini bana verdi, ben onların fotoğrafını çektim.
İki gün sona
Asaf fotoğrafları getirdiğinde onlara verdiğimiz fotoğrafları imzaladık.
Gayle ve
David ise
Asaf ve bende kalan fotoğrafları imzaladılar.
Bendeki fotoğrafın altına
David Hemmings, İngilizce
“En iyi dilekler ve Türkçe de
"Sağol" yazıp imzaladı.
Gayle Hunnicutt ise fotoğrafı imzalamadan önce, üstüne, Türkçe şöyle yazdı:
“Mete, seni çok seviyorum.”
Bu yazılarla ikisi de aslında bambaşka şeyler söylüyorlardı.
Etiketler:dostluk pozu, film dublajı, fotoğraf, Gayle Hunnicutt, gazete haberleri, Gazeteci, haber, hatıra, ihanet, İstanbul’da aşk, Mel Ferrer, mete akyol, teleks kağıdı, telgraf, uçak bileti