Menü
Kategoriler
2ocak1994basyazi
Sorumsuz Sorumlular Ve… Ortamları
02 Ocak 1994 1994
Osmanlılar dönemi toplumundan kimi kesitler, günümüze bir masal anlatımın­da yansımalarına karşın, içerdikleri “hisse”lerinin gü­cüyle, hem sosyolojik bir terbi­ye dersi oluşturmakta, hem de gereksinim duyan ve anlaya­bilen bireyler için dostça bir "kulak çekme” uyarısı yerine geçmektedirler. Bunlardan birini bugün, içerdiği bu üç amacından hiç değilse belki biri işe yarayabi­lir umuduyla anlatacağım: İki paşa çocuğunun bir ak­şam ayranları kabarmış, hovardalık yapma hevesleri uyanmış: “Haydi Madam Marika’ya gidelim” demiş ikisinden biri “İstanbul’daki evler içinde en güzel kızların olduğu ev, onun evi... Üstelik Madam Marika'nın hazırladığı rakı sofraları, dillerden düşmü­yor... Felekten bir gece çala­lım, bu gece...” İki paşa çocuğunun o ak­şam evine misafirliğe geldiği­ni görünce, Madam Marika öylesine sevinmiş, öylesine se­vinmiş ki... İstanbul'un bu en lüks randevu evinin, kırk yıllık mamasının eteklerinde ziller çal­maya başlamış. Bir yandan iki büklüm olup, memnuniyetini bedensel ezilmeleriyle, büzülmeleriyle belirtmeye çalışırken, aynı duygularını bir yandan da, tat­lılaştırmaya özen gösterdiği di­liyle ifade etmiş: “Şehzadelerimiz hoşgelmişler, şerefler vermişler, se­falar getirmişler” demiş “Bu­yursunlar,  paşazadelerimiz... Buyursunlar, efendilerimiz...’’ Bıyıkları yeni yeni terle­meye başlayan paşa çocukları, zaten doğalarında var olan kendi kendilerini tatmin duygularının, “Ben neymişim be abi?” böbürlenmesiyle özetlenen sivriliğini kadıncağızın gözlerine sokarcasına bir “ben... ben” likle ağır ağır yü­rümüşler, kendilerine ikram edilen yaldız varaklı koltukla­ra gömülerek, “hoşgeldiniz” kahvelerini, büyümüş adam­lar gibi içmeye başlamışlar. Kahveler içildikten ve üst kattaki rakı sofrası hazırlandıktan sonra bizim paşazade­ler, o gece eve başka “müşteri”nin alınmaması buyruğu vermişler ve... Madam Marika'nın nefis mezeleriyle do­nattığı rakı masası çevresinde, evin en güzel kızlarıyla geçire­cekleri gecelerine, önce rakı kadehlerini kaldırarak başla­mışlar. Delikanlılık dönemlerinin son demlerindeki bu genç paşazadeler, o gece süresince tü­müyle kendilerinin eğlendirilmesine ayrılan bu lüks evde, en güzel kızların yedeğinde rakılarını yudumlayıp, mezeleri­nin lokma lokma tatlarına ba­karlarken... Madam Marika’nın o gece "umuma kapalı” evinin kapı tokmağı, “güm güm” sesleri çıkararak kapıya vurulmaya Madam Marika kapıyı açıp da karşısında, evinin en güzel kızının dostu olan ma­hallenin en azılı kabadayısı, en bıçkın külhabeyi “damat efendi”yi görünce, ne söyleye­ceğini, ne yapacağını şaşırıvermiş. Onu, geceyi birlikte geçir­mek istediği dostunun odası­na çıkmaktan vazgeçirebilmek için elinden gelen her ye­teneğini sergilemiş, dilinden düşen her tatlı sözü söylemiş ama... I-ıh... Bir türlü başara­mamış bunu.. “Getir benim Maria’yı, ka­dın” diye bağırarak, ortalığı birbirine katmış külhanbeyi. Alt kattaki bu gürültü üst katta duyulunca iki paşazade cik, kafacıklarında yavaştan yavaştan yer etmeye başlayan rakının etkisiyle yerlerinden fırlamışlar, kibrit kutusu cep­lerinde sakladıkları mini mini tabancacıklarını çıkarmışlar ve soluğu merdiven başında almışlar. “Ne oluyor bakiiim aşağı­da?” diye seslenmişler “kim çıkarıyor bu gürültüleri, hı?.. Kim o, bizi rahatsız eden bakiiiim?.. O gürültüyü kim ya­pıyorsa vazgeçsin artık bun­dan... Yoksa biz geliriz aşağı­ya, onu biz getiririz kendi­ne..." Merdivenin alt basamağı­nın önündeki külhabeyi başını kaldırıp da, merdivenin üst basamağının ötesindeki bu iki paşazadeciği görünce, öfkesini de, Maria'ya özlemini de bir anda unutuvermiş, başlamış kıkır kıkır gülmeye. Sonra kendini tutamamış, ellerindeki çakmak minicikliğindeki tabancalarıyla merdi­venin başında duran paşazadeciklere şöyle seslenmiş: “Ulan, yalılar, köşkler siz­de... Hanlar, hamamlar sizde... Yaylı arabasından, fayto­nuna kadar bütün arabalar sizde... Nasıl kazanıldığını bildiğimiz deste deste para­lar, küp küp altınlar sizde... Şan sizde, şöhret sizde, en şık redingotlar, en parlak ayakkabılar, en pahalı saatler, en şık fularlar, başörtüleri sizde… Bize ise, kala kala bir kül­hanbeylik kalmıştı... Şimdi de ona mı göz diktiniz?.. Şim­di de külhabeyliğimizi elimiz­den alıp, ona da mı sahip çı­kıyorsunuz?.. Vallahi, helal olsun bu yollar size... Bravo size, aslancıklarım...” Osmanlılar dönemi toplu­mundan kimi kesitler, günü­müze bir masal anlatımında yansımalarına karşın, içerdik­leri “hisse”lerinin gücüyle, hem sosyolojik bir terbiye der­si oluşturmakta, hem de ge­reksinim duyan ve anlayabi­len bireyler için dostça bir “kulak çekme” uyarısı yerine geçmektedirler. Sesimizi duyuramadığımız, sözümüzü geçiremediğimiz, meramımızı anlatamadığımız bir sorumsuz sorumlular dünyasında ve onların alaycı te­bessümlerinin oluşturduğu bir umursamazlık ortamında, se­simizi, sözümüzü duyurabil­mek için, meramımızı anlata­bilmek için, biz de böylesi bir masal yöntemi deneyelim, de­dik. Sorumsuz sorumluların ül­ke halkını uyutmak için anlattıkları masallar, onların kendi kulaklarına ulaştırılıp da, kafalarına sokulabildiğinde, kimbilir belki de, uyanmalarını bile sağlayabilir, kimbilir belki de, çevrelerinde olup bi­tenleri görmelerine bile yar­dımcı olabilir, diye bir umuda kapıldık... Ve bu sorumsuz sorumlu­ların, Türk halkını içine sok­tukları bugünkü durumunda gördüklerinde ise, belki de an­cak o zaman vazgeçebilecekle­rini hayal ettik, Türk halkının tek savunucularının kendileri olduğu efeliklerini her akşam ilan etmek alışkanlıkların­dan...
Bir Cevap Yazın
*
Menu Title