Menü
Kategoriler
05-2010
Adaletin Olmadığı Yerde “Karşılık”, Tarihin İntikamıdır…
01 Mayıs 2010 2010
  Galiba, yaptıklarıyla anılması mide bulandırdığından olacak, tarihte kaşının gözünün, burnunun çenesinin uyumu öne çıkarılarak “Güzel Philippe” (Philippe le Bel) takma adıyla anılan Fransa Kralı Philippe ile onun Fransa tahtında olduğu dönemde Papalık makamında bulunan Papa Beşinci Clemens, kendilerince çok önemli bir özelliği paylaşıyorlardı. İkisi de “düşünen insan”ın varlığından rahatsız oluyordu. Aslında ikisi de, “düşünen insan”ın varlığından çok, onun bu düşüncelerini sözle ve yazıyla açıklamasından, yaymasından rahatsız oluyordu. Çünkü düşünen adamın düşüncelerini dinleyen ya da okuyan başka kişiler de düşünmeye başlıyorlar ve… Papayla elele veren kralın ve kralla elele veren Papa’nın haksızlıklarını da, hırsızlıklarını da, birbirlerinden aldıkları güçle, daha etkin biçimde sürdürdüklerini görebiliyorlardı.   O günlerde başka bahaneler henüz icat edilmediği için, düşünen insanı susturabilmek için uygulanan tek yol, onu diri diri yakmaktı. Bu yöntemle hem düşünen insanın kendi ve düşünceleri ortadan kaldırılıyor, hem de onların “son”ları herkese gösterilerek, düşünmeyi düşünen her insana kendi olası “son”ları da, bir “ibret” olarak peşinen gösterilmiş oluyordu. Düşünen adam Jacques de Molay ve düşünen 28 arkadaşı, Güzel Philippe ve Papa Clemens’in ortak kararıyla, 1307 yılının 13 Ekim günü, işte bu iki nedenle diri diri yakılarak idam edileceklerdi. Paris’in orta yerinde hazırlanan odun yığınları tutuşturulduğunda, çevrede toplanan “düşünmeyecek denli doğuştan terbiyeli ve sesini çıkarmayacak denli sonradan eğitimli” halkın başında, bu şölenin baş failleri kral ve papa da yerlerini almışlardı. Jacques de Molay, kendini ve arkadaşlarını saran alevler arasından var gücüyle onlara şöyle seslendi: “Seni ey Clemens, 40 gün içinde ve seni ey Philippe, bir yıl içinde, hepimizin hakimi bulunan yüce mahkemeye çağırıyorum. Allah’ın adaletini orada göreceksiniz, sahtekarlar.” Papa Clemens ve Kral Philippe, cinayetlerinin hesabını vermek üzere, mazlumun belirlediği sürede öldüler. * * * Peki, onların ölümleriyle acaba, Jacques de Molay ve 28 arkadaşının haksız yere diri diri yakılmaları olayının adaleti mi yerine getirilmişti? Hayır. Yıllar, yüzyıllar geçti, Papa’nın mezarı 1577’de Calvinistler tarafından, Kral Philippe’in mezarı ise 1793’de Jakobenler tarafından saldırıya uğradı, cesetlerinden kalanlar yakıldı ve çöplüğe atıldı. Bu olaylarla adalet mi yerine getirilmiş oluyordu? Elbette hayır. Philippe’in kalan kemikleri öfkeli halk tarafından Saint Denis çöplüğüne atıldığı gün de değil, hatta mutlak iktidara sahip olan son torunu devlet hapisanesinden çıkarılıp, giyotine götürüldüğü gün de yerine gelmiş olmadı adalet. Çünkü adalet bir hukuk kurumudur ve ancak hukuksal işlemlerin uygulandığı zamanlarda ve mekanlarda yerine gelir. Pekiiii, pırıl pırıl bir düşünce insanı Jacques de Molay ve 28 arkadaşının, biri kral, öteki papa olan iki kafadarın keyfi bir kararıyla diri diri yakılmaları olayı “karşılıksız” mı kalacaktı? Bu sorunun yanıtı da “Hayır”dır. Papa Clemens, Tanrısal bir buyruk olarak ileri sürdüğü bu yakma olayını tüm Hristiyanlar adına yerine getirdiğini ilan etmiş, cinayetinin lekesini dindaşlarına da bulaştırmak istemişti. Martin Luther, Avrupa’nın yarısını vicdan ve insan hakları adına Papalığa karşı ayaklandırdığı gün, yüzyıllarca karanlıklarda tutulan insanlığın ve ayrıca temiz yürekli Hristiyanların da intikamını alıyordu. Kralın tahtını ve tacını, baskıcı ve keyfi yönetimin simgeleri olarak ilan eden Fransız Kurucular Meclisi de, “İnsanlık ve Yurttaşlık Hakları Beyannamesi”ni kabul ettiği gün, Kral Philippe’den insanlığın intikamını almış oluyordu. Tarihin, hiçbir zulmü, hiçbir haksızlığı, hiçbir baskıcı ve keyfi yönetimi sinesinde barındırdığı ve çevrede adalet bulunmamasına karşın, karşılıksız bıraktığı, hiçbir ülkede ve hiçbir dönemde görülmemiştir, çünkü…
Bir Cevap Yazın
*
Menu Title