01 Mart 2015
“Gerçek”leri Anlamak İçin Sorgulamak Gerekiyor
Biz Türk halkı, çok mu “saf”ız, çok mu “aciz”iz ya da çok mu “nazik”iz?
Büyüğümüz olarak benimsediğimiz bir kişiye “yakıştırılıp”, onun tarafından söylendiği ileri sürülen herhangi bir sözün, doğruluğunu hiçbir süzgeçten geçirmeden, doğruluğundan hiçbir kuşku duymadan, aktarıldığı biçimiyle “doğru” olarak kabul etmemizin nedeni, bizim bu üç özelliğimizden acaba hangisidir?
“Büyük sözü” olduğu ileri sürülen herhangi bir sözün doğruluğuna “saf”lığımızdan mı inanırız, “aciz”liğimizden mi boyun eğeriz ya da “nezaketi”mizden mi sesimizi yükseltmeyiz, karşı çıkmayız?
Bütün Dünya’nın bu sayısını okuduktan sonra kendinize bir iki dakikalık bir zaman ayırın, okuduğunuz bilgiler ve gördüğünüz belgeler üzerinde biraz düşünün ve sorumuzun yanıtını bize değil, kendinize verin.
Şimdi birlikte 23’üncü sayfamıza gidelim, “ayaklı kütüphanemiz” Cengiz Özakıncı’nın orada açıkladığı önemli bir gerçekle yüzyüze gelelim: “Mustafa Kemal’in, Çanakkale’de yatan binlerce şehit Mehmetcik’le, onları şehit eden düşman Anzak askerleri arasında bir fark olmadığını” söylediği ileri sürülen sözler asla doğru değildir. Üstelik, tek sözcüğü bile asla Mustafa Kemal tarafından söylenmemiş bu sözler tümüyle sonradan uydurmadır ve işin daha da acı yönü, bu sözlerin Mustafa Kemal’e “yakıştırılmış” olmasıdır.
Çanakkale’den başka Avustralya’nın çeşitli kentlerindeki anıtlarda da kazılı, ayrıca Çanakkale Savaşı konusundaki birçok kitapta da yazılı bu sözlerin hiçbir zaman Mustafa Kemal tarafından söylenmediğini, o sözlerin söylenmiş gibi yapılıp, sözcüğün tam anlamıyla “uydurulduğu”nu Cengiz Özakıncı, “olay”ın yalnızca belgelerini değil, “failleri”ni de ayrıntılarıyla açıklayarak kanıtlamaktadır.
Okurken siz de hayret edeceksiniz ama, “gerçek” diye uydurulan bir olayı, gerçekten “gerçek” özelliğiyle öğrenmiş olacaksınız.
* * *
Şimdi de sıra, arka sayfadaki karikatürü dikkatle incelemeye geldi: Almanya’yı simgeleyen ve “Kaiser” olarak adlandırılan miğferli kişi, kafasındaki fesiyle Türkiye’yi simgeleyen ve üzerinde “Türkiye” yazılı bir mermiyi, elleriyle topun namlusuna yerleştirirken, “Güvence de vererek”, Türkiye’ye şöyle diyor: “Herşeyi bana bırak. Senin bütün yapman gereken, yalnızca patlamaktır.”
Türkiye ise Almanya’ya, şu soruyla karşılık veriyor: “Evet, onu biliyorum. Fakat herşey olup bittikten sonra ben ne olacağım?”
Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı 29 Ekim 1914 tarihinden yaklaşık bir ay sonra, 11 Kasım 1914 tarihinde, İngiltere’nin Punch adlı gülmece dergisinde yayımlanan bu karikatür, Çanakkale Savaşı’na giriş nedenimizin belki bir kanıtı değil ama, kesinlikle yalın bir özetidir. İngilizler, sömürgeleri Avusturalya ve Yeni Zelanda’nın askerlerinden oluşturdukları karma bir orduyu, bu ülkelerin sözcüklerinin baş harflerinden oluşturdukları “Anzak” adıyla Çanakkale’ye gönderirlerken, Almanlar da en az onlar denli akıllı olduklarını kanıtlamışlar ve…
Dönemin Osmanlı Genel Kurmay Başkanı’nın sırtını okşayarak, Osmanlı padişahının gözünü korkutarak, Osmanlı’yı önce savaşa sokmayı, sonra ordusunun Çanakkale’ye gönderilmesini sağlayarak, yarım milyona yakın insanın can verdiği bir savaştan, onlar da tek Alman’ın burnu bile kanamadan çıkabilme akıllılığını göstermişlerdi.
* * *
Gerçeklerin gurur verici olanları göğüslerimizi kabartır ama… Özellikle 100’üncü yıldönümünde, göğsümüzü kabartan 18 Mart Deniz Zaferi’miz “gerçeği”ni bile eksiksiz anlayabilmemiz için, bu gerçeğimizin sağındaki solundaki, önündeki arkasındaki ve altındaki “gerçekler”i de sorgulamamız gerekmektedir…
Bu ve benzeri sorgulamaları yapmazsak, o zaman kendi kendimizi sorgulamak zorunda kalacağız: “Biz çok mu naziğiz, çok mu aciziz ya da çok mu safız?..”
Etiketler:18 Mart Deniz Zaferi, Almanya, Anzak askerleri, Avustralya, Birinci Dünya Savaşı, Bütün Dünya, Çanakkale, Çanakkale Savaşı, Cengiz Özakıncı, İngiltere, Kaiser, Mehmetçik, Mustafa Kemal, Osmanlı Genel Kurmay Başkanı, Osmanlı padişahı, Punch, Türkiye, Yeni Zelanda