Gerçeği sevsek de, sevmesek de… Gerçeğe küssek de, küsmesek de… Yine de gerçeksiz olamıyoruz, yine de gerçeksiz yaşayamıyoruz. Biz gerçekle yüzyüze gelmeyi ne denli istemiyor olsak da, bizim bu tutumumuzu gerçeğin kendisi umursamıyor ki… Tüm acılığıyla ve tüm sevimsizliğiyle, en olmadık yerde, en olmadık anda karşımıza çıkıyor, gözümüzün önüne dikiliyor. “Ben seni sevmiyorum, artık… […]
Anlatacağım fıkrayı biliyorsanız, beni bağışlayın lütfen. Bilmiyorsanız eğer, hem bir tatil günü fıkrası niyetine okumuş olun, hem de, okuduktan sonra, siz de fıkra dağarcığınıza atıverin ki… Siz de işe yarayıvereceği yerde ve zamanda dağarcığınızdan çıkarabilesiniz, siz de aynı fıkrayı yerinde ve zamanında kullanabilesiniz. Fıkramızın başrolünde bir kekeme kişi var, bir de, papağan dükkanı sahibi bir […]
Genç ve güzel kadın, elleri kolları bacakları, ağzı burnu, yüzü gözü çarpık çocuğunu o doktor senin, bu doktor benim dememiş, bu işten anlayan tüm doktorlara göstermişti. Karavana, karavana, karavana… Doktorların hiçbiri, çocuğun tümüyle çarpık vücudunu düzeltebilecek gücü, bilgiyi ve yeteneği kendilerinde bulamamışlardı. Dolayısıyla kadıncağızın derdine hiçbirinden bir çare gelmemişti. Komşularından biri, günün birinde, müjdeli bir […]
“BEN gazeteciyimdir, arkadaşım” diyenlerle, “Nasıl tanımazsınız? Ben fıkra yazarıyım” diyenler arasındaki farklardan biri de, bu kişiler köylere gittiklerinde görülür. Birincisi, köylülerle konuşunca «röportaj» yapmış olur, ikincisi ise, nabız yoklamış olur. İstanbul’un bilmem hangi muteber semtindeki evi ile günlük fıkralar yazdığı gazetenin binası […]